Doğallık özellikle gıda sektöründe faaliyet gösteren şirketler için belli başlı marka platformları arasında yer alıyor. Gıda üretiminin endüstrileşmesi ve gıda güvenliği ile ilgili endişenin gün geçtikçe toplumun farklı katmanlarına yayılması sonucunda ‘doğalım’ iddiası neredeyse ‘olmazsa olmaz’ marka sözüne dönüştürdü. Süpermarket rafları arasında yapılan kısa bir yürüyüş tüm gıda ürünlerinin doğal olduğu izlenimini veriyor. İş dünyasının ‘doğallık’ kavramına sıkı sıkıya sarılışı bir yandan anlaşılabilir, diğer yandan ise kendi içinde önemli riskler taşıyor.
Risklerden ilki doğallığın ayrıştırıcı söylem olmaktan çıkması. Bir ürün kategorisindeki markaların hemen hemen hepsi doğal olduğunu iddia ediyor ise doğallık mesajı fark yaratmıyor, tüketicinin zihninde belli bir marka sıralaması oluşturmuyor demektir. Bir marka doğallık kavramını rakiplerine göre daha iyi işleyebilir ve kendi kategorisi içinde bir miktar sıyrılabilir. Bu sıyrılma ister istemez rakipleri özendirecek, aynı mesajı bağıranların sayısı artacak, ayrışmak zorlaşacaktır. Kısır döngünün sonucunda doğallık söyleminin katma değerinin popülerliği oranında düşmesidir.
‘DOĞALLIK’ İDDİASI İNANDIRICILIĞINI KAYBEDİYOR
Risklerden ikincisi, belki de daha önemlisi, doğallık iddiasının inandırıcılığının erimesi. Doğal olan ‘doğadan gelen’, ‘doğanın parçası olan’ demek ise o zaman her şey doğal... Zira bu dünyada doğadan gelmeyen hiçbir şey yok, arada bir gezegene çarpan meteorlar hariç. Bir ürün, meteordan üretilmedi ise doğal. Üzerindeki kaymağı margarinden üretilen yoğurt da doğal, genetiği değiştirilmiş meyveden yapılan meyve suyu da doğal. Bu gezegenden gelen herşey doğal ise tek atomu ile insanı öldüren uranyum da doğal, akciğer kanseri yapan asbest de, çocuklarda zeka geriliğine sebep olan kurşun da... Sonuçta hem doğallık iddiasının inandırıcılığı azalıyor hem de kavramın içi boşalıyor. Doğal olanın mutlaka ‘saf ve iyi’ demek olmadığı sonucu ortaya çıkıyor.
‘DOĞAL’ ÜRÜNLER DAHA UCUZ OLMALI
Son birkaç yıl içinde, ABD’de, ‘doğal’ iddiasına karşı gıda üreticilerine iki yüzden fazla dava açıldı. Davacılara göre renklendirici, tatlandırıcı, genetiği değiştirilmiş organizma, yüksek fruktozlu mısır şurubu ve kimyasal koruyucu kullanımı doğallık ile çelişiyor. Çoğunluğu Kaliforniya eyaletinde açılan davalarda yargıçlar ‘doğal’ sıfatının genel kabul edilen anlamını bulmaya çalıştı. Arayış sonuçsuz kaldı. Yargıçların medet umduğu Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) kesin bir tanım vermeyi reddetti ve kendi internet sitesinde yuvarlak bir yorum yapmakla yetindi: “Gıda ürününü doğal olarak nitelendirmek, işlendiği ve artık gezegenden gelmediği için, zor olabilir.” (Not: Bu paragraftaki bilgiler Michael Pollan’ın ‘Why ‘Natural’ Doesn’t Mean Anything Anymore’ başlıklı makalesinden alınmıştır.)
Doğallık platformunu kayganlaştıran risklerden sonuncusu FDA’nın yorumunda bulunabilir. İş ham ürünü işledikçe ona değer katmak, değer kattıkça fiyatını yükseltmek ve kâr etmek üzerine kuruludur. Öyle ise işlenmemiş yani görece doğal ürün işlenmiş alternatiflerine göre daha düşük fiyatlı olmalıdır. Bu açıdan baktığımızda doğallık kavramı işteki en önemli başarı kriteri olan kârlılığa ters düşer.
Doğallığın yerini alacak yeni oyun alanları bulmanın zamanı geldi.