USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Portre

12 Ocak 2024 10:48

“Tabiatla iş birliği yapmamız lazım”

Mehmet Kalyoncu, yeni yılda Platin Dergisi'nin ilk #PlatinPortre'si olarak sorularımızı yanıtladı: “Bizim uyumlu, vicdanlı, merhametli, akışkan, iş birlikçi şehirlere ihtiyacımız var. tabiatla iş birliği yapmamız lazım. şehrin kaynaklarının, şehrin tüm fertlerine adaletli bir şekilde sağlandığı yerdir vicdanlı şehir...”

“Tabiatla iş birliği yapmamız lazım”

Daha çok iş insanı kimliğiyle bildiğimiz ancak mimar ve müzisyen yönlerinin de en az iş insanı kimliği kadar öne çıkması gerektiğine inandığımız bir isim Mehmet Kalyoncu. Kalyon Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve aynı zamanda İstanbul Havalimanı Yönetim Kurulu Üyesi de olan Kalyoncu, Platin Dergisi'nin geçen yılın başından beri devam eden #PlatinPortre köşesinde yeni yılın ilk konuğu olarak sorularımıza yanıt verdi. Mimarlık üslubu, iş vizyonu, müzisyen kimliği, yaptığı besteleri, şehircilik anlayışına kattığı yorumları, 6 Şubat depremlerinin ardından geliştirdiği söylemleri ve üretimleriyle önemli ve özel bir yerde duran genç iş insanı verdiği cevaplarla tüm bunları yeniden kanıtladı. O halde buyurun Mehmet Kalyoncu'yu birçok yönüyle yeniden tanıdığımız portre sohbetimize...

GÜÇ ADİL İNSANLARDAYSA ADALET OLUR

* Nasılsınız Mehmet Bey, şu ara hayata ve gündeme dair neler düşünüyorsunuz?

Dünyanın ritminin değiştiğini düşünüyorum. Bizse bu değişimin en güçlüsünü 6 Şubat'ta yaşadık. Çok sarsıcıydı, hala toparlaması zor bir durum var ortada. Sonrasında İsrail'in devam eden insanlık dışı zulmü... Dolayısıyla baktığınızda halkların ve toplumların bir uyanışı var, herkes "Bu kadar yeter" diyor. Dünyada ne yazık ki adalet yok, güç var. Güç ancak adil insanlar da olursa adalet olur. Bu gücün kaydığı bir dönemdeyiz, bunu hissediyorum. İyi ya da kötü, değişime ayak uyduran, değişimi tetikleyen ve önceleyen kişiler bu dönemde güçlenecek. Bu noktada iyilerin adım atması, değişimi tetiklemesi lazım. Ben de 6 Şubat itibariyle biraz bunlarla ilgilenmeye başladım. Görünen maddenin arkasında farklı şeyler olduğunu düşündüm. Çünkü o kadar garip geliyor ki yaşananlar... Bugüne kadar öğrendiğimiz kurallarla ve bildiklerimizle yorumlayamıyoruz bugünü, hesap tutmuyor...

BİZİM VİCDANLI ŞEHİRLERE İHTİYACIMIZ VAR

* Neyi kaçırıyoruz bu hesaplarda sizce?

Bizim 'Akıllı değil, vicdanlı şehirler' önermemiz var. Önümüzdeki birkaç yılın en çok duyacağımız kelimesi vicdan olacak. Vicdanlı şehirler, ilk defa dört yıl önce söylediğim bir şeydi, inanıyorum çünkü. Bizim uyumlu, vicdanlı, merhametli, akışkan, işbirlikçi şehirlere ihtiyacımız var. Tabiatla iş birliği yapmamız lazım. Vicdanlı şehir, vicdanla ve insan onuruna uygun bir şekilde yaşayabileceğimiz şehir anlamına geliyor. Şehrin kaynaklarının, şehrin tüm fertlerine adaletli bir şekilde sağlandığı yerdir vicdanlı şehir. Vicdanlı şehirlerde de vicdanlı insanlar yetişir, yaşar. Depremden etkilenen şehirlerimizi de vicdanlı şehirler yapabiliriz ama bunun için vicdanlı yaklaşmak lazım. Çünkü başımıza gelen bu felaketler hem akılsızlıktan hem de merhametsizlikten...

TÜRKİYE ŞU AN BİR BİRLEŞME SÜRECİNE GİRDİ

* Deprem bölgesi sizin şu ara en önemli odaklarınızdan sanırım...

Toplamda iki ayımı deprem bölgesinde geçirdim. Buradaki işlerimi çok aksattım bu nedenle Kalyon İnşaat'taki Yönetim Kurulu Başkanlığı görevimi kardeşime devrettim. Yine holdingdeki bazı görevlerimi devrettim. Ayrıca bildiğiniz üzere Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği (GYODER) Yönetim Kurulu Başkanlığı görevimi de devrettim. Ben bu yaşanan depremlerin ardından bir şeyi bulduğumu düşünüyorum. Şehirler meselesi, bu çok katmanlı bir mesele... Bir şehri kurmak zor bir iş. Ekonomik, tasarım, siyasi, sosyolojik, kültürel birçok tarafı var. Bir şehri ne toplum ne devlet ne de özel sektör tek başına yapamaz. Türkiye şu an bir birleşme sürecine girdi, depremden sonra özellikle. Bizim Türkiye olarak birlik olmamız lazım. İnanıyorum ki bunu başarabilirsek şehirlerimiz de güzelleşecek. Türkiye Tasarım Vakfı'mızın da Hatay'da yaptığı tasarımlar Türkiye şehirciliğinde bir dönüm noktası olacak. Çünkü biz bütün tarafların aynı masada olup konuştuğu toplantılar yaptık...

(Mehmet Kalyoncu ve Ali Demirtaş)

ŞEFFAFLAŞIRSAK BU SORUNLARI DA ÇÖZECEĞİZ

* Neden mimarlık?

Çocukluğumdan beri mimarlığa çok ilgiliydim. Lise 3'te Oxford Üniversitesi tarafından organize edilen bir yaz okuluna gittim. Orada Rönesans mimarisi hakkında akademik çalışmalarda bulundum. Daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi'nde mimarlık okumaya başladım. İlk yılı burada tamamladıktan sonra da İstanbul Teknik Üniversitesi'ne geçtim. Elbette ailemin ve şirketimizin inşaat sektöründe olmasının etkisi oldu bu seçimimde. Böyle bir miras var çünkü. İnşaat dediğimiz şey mekân üretmek. Türkiye'de ve dünyada inşaat önemli bir iş. Bu nedenle ehil ellerde olması ve iyi denetlenmesi gerekiyor. Şu an inşaat sektörüyle ilgili bir denetleme kurulu yok. Ruhsat sürecini doğru tanımlar ve çözersek şeffaf, adil ve bilimsel bir şekilde ruhsatları vermenin yolunu bulabilirsek birçok problemi de çözmüş oluruz. Bu noktada bizim dijital ruhsat süreci olmalı diye bir önerimiz var. Bu süreç, mimarın, müteahhit veya geliştirici firmanın ve belediyenin bir dijital platformda ruhsat sürecini yürüttüğü bir altyapı. Her şey dijital olarak yüklensin, paydaşlar da görsün, her bir değişiklik de oraya konsun, geçmişe dönük incelenebilsin ve bu da internet sitesinden herkesin görebileceği bir ortamda olsun. Böylece toplumun devlete olan güveni de artar.

EN AZ YAPILAN MİMARLIĞIN İYİ MİMARLIK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

* Kendi mimarlık üslubunu nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben en az yapılan mimarlığın iyi mimarlık olduğunu düşünüyorum. Özgürce yapılan bir mimarlıktan bahsediyorum... Tabiat o kadar güzel ki ona uymak lazım. Bulunduğu yerin iklimi, topoğrafyası, çevresi, havası ve etrafındaki unsurlarını iyi anlamak ve onlarla uyumlu olabilecek şeyler yapmak önemli. Ben bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Ama en nihayetinde bu bir his meselesi. Mekanlar bir his bırakıyor insanda. Fakat tüm mekanlar insanlarda aynı hissi bırakamaz. Bazı mekânda ezilirsin, bazı mekânda özgür hissedersin, bazısı da seni sakinleştirir... İnsanın varoluşuyla o mekanla bütünleşmesi birlikte olmalı.


KALBİME DİĞERİ DAHA İYİ GELİYOR

* Ailenizle ilişkiniz nasıl? Çocuklarınıza tekrar tekrar söylediğiniz öğretiler nedir?

Şu ara ciddi manada vaktimin yüzde 80'ini sivil topluma ayırdım. Çünkü bu tarafta fayda sağladığımı görüyorum. Sivil toplum konularında yaptığım toplantılarda da hiç yorulmuyorum. Ama ticari dünyadaki toplantılar yormaya başlıyor beni. Kalbime diğeri daha iyi geliyor. Çocuklarımla da bu durumları paylaşıyorum. Çocuklar her şeyi anlıyor. Çocukların ve yaşlıların hayata entegre olması bizi iyileştiren bir şey toplum olarak. Çünkü çocuk ve yaşlının olduğu ortamda birçok sevimsiz ve çirkin şey belli oranda etkisiz hale geliyor. Ben çocuklarımın meraklı bireyler olmalarını önemsiyorum. Onları soru sormaya teşvik ediyorum ve sorularına muhakkak ciddi bir şekilde cevap veriyorum. Siz çocuğa çocuk gibi davranırsanız, olgunlaşamaz.

ALBÜM YAPMAK İSTİYORUM

* Aynı zamanda piyano çalıyorsunuz ve besteler yapıyorsunuz. Neden piyano peki?

Piyano, en basit aynı zamanda en temel enstrüman. Ben o zaman 9-10 yaşlarındaydım, annem Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne götürürdü beni. Orada ilk piyano derslerine başladım. Eğitimim normalde ritminde devam ederken ablam da piyanoya merak sardı. Eve de bir piyano eğitmeni geldi. Ablam da hocayla tam bir bağ kuramadı, öyle olunca eğitmen benim hocam oldu, Cengiz Tarak. Beni besteciliğe sevk eden kişi aynı zamanda... Müzik konusunda anne ve babamla bağ kurmamı sağlayan o oldu. Çünkü piyano da her türlü müziği çalabiliyorsun, özgür bir set veriyor size. İş hayatıyla beraber piyanoya ayırdığım vakit azaldı, şu ara daha çok besteciliğe odaklıyım. Bestelerimi YouTube'a da koyuyorum. İlk bestemi de 12 yıl önce koymuştum. Bestelerimi yaparken hepimizdeki ortak hissi yakalamaya çalışıyorum. Daha çok duygu üzerine gitmeye odaklıyım. Sonra da o duygunun bende uyandırdığı kavramlara dönüyorum. İleride bir albüm de yapmak istiyorum ama yardıma ihtiyacım var elbette. Çünkü bu bir ihtisas, tam manasıyla ben bir müzisyenim diyemem, saygısızlık yapmış olurum. Evet bestecilik konusunda iyi olduğumu düşünüyorum ama bunu kimse benden beklemiyor çünkü objektif yaklaşamıyorlar...

Bestelerimde daha çok duygu üzerine gitmeye odaklıyım. Sonra da o duygunun bende uyandırdığı kavramlara dönüyorum
EN ÇOK OKUNANLAR