USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%
Prof. Dr. İbrahim Dinçer

YAZARLAR

1.08.2025 11:26:00

HİDROJEN ÇAĞI BAŞLIYOR: TÜRKİYE, YEŞİL ENERJİDE AVANTAJINI KULLANIYOR

Fosil kaynaklar geride kalırken, hidrojenin sürdürülebilir gelecekteki rolü giderek güçleniyor. Türkiye, doğal kaynak potansiyelini kullanarak küresel hidrojen ekonomisinde önemli bir aktör olmaya hazırlanıyor.

YEŞİL HİDROJEN, ÇEVREYE SALINAN EMİSYON MİKTARINI SINIRLIYOR

Gündemi yoğun şekilde meşgul eden bir konu ise hidrojenin renkleri! Başlangıçta 3-5 renkten ibaret olan hidrojen sınıflandırması, günümüzde yirmiyi aşan renk kodlarıyla kafa karışıklığı yaratabiliyor. Oysa konuya bilimsel yaklaşıp ömür çevrim analizlerine dayandığımızda, aslında oldukça sade bir çerçeve karşımıza çıkıyor. Burada aslında bakılması gereken, hangi kaynak ve yöntemlerle hidrojeni gerçek anlamda yeşil olarak üretebiliyoruz? Yeşil hidrojen, üretim sürecinde çevreye yayılan karbondioksit miktarına göre tanımlanıyor. Bilimsel ömür çevrim analizlerine göre, 1 kilogram hidrojen üretimi sırasında çevreye 2 kilogram'dan az karbondioksit salınıyorsa, bu hidrojen "yeşil" olarak kabul edebiliriz. Bu aslında, yeşil hidrojenin tanımını belirliyor ve hidrojenli bir sürdürülebilir enerji politikalarının temelini de oluşturması gerekiyor. Yani bunun net bir kriter olarak kullanımı gerekiyor. Kaynaklar özelinde bakacak olursa, yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer elektrik ve ısıyla sudan ayrıştırılarak yeşil hidrojen elde edilebiliyor. Her ne kadar nükleere yönelik pembeden mora kadar farklı renk kodları kullanılıyor olsa da, bu tamamen temelsizdir. Nükleer hidrojen en az yenilenebilir hidrojen kadar yeşil. Hidrojen ekosisteminin geliştirilmesinde ve dekarbonizasyonun başarılmasında yeşil hidrojen kesinlikle vazgeçilmez bir oyuncu olarak sahnede rolünü alacaktır.

FOSİL KAYNAKLARDAN GELEN HİDROJEN YÜKSEK EMİSYON ÜRETİYOR

Dünya genelinde halen üretilen hidrojenin yaklaşık yüzde 94'u fosil kaynaklardan geliyor. Burada hemen hemen 50'sı doğal gazdan, özellikle de metanın buharla reformasyonu yöntemiyle elde ediliyor. Bu yöntemle 1 kilogram hidrojen üretildiğinde yaklaşık 18 kilogram karbondioksit salınıyor. Petrol türevi kaynaklardan üretildiğinde bu miktar 25-27 kilogram, kömürden üretildiğinde ise 38-40 kilogram düzeylerine çıkabiliyor. Bu da yeşil hidrojenin karbonsuzlaşma açısından neden bu denli kritik olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla fosil kaynaklı bir hidrojen ekonomisi inşa etmenin kazanımları "havanda su dövmeye" benziyor denilebilir. Birde mavi hidrojen konusunda yoğun olarak gündemde. Mavi hidrojen de işin durum fosil kaynakların özellikle doğal gazın kullanılıp, salınan karbondioksitin karbon yakalama metotları ile yakalanıp depolanması ve gerekirse buradan belli alternatif ürünlere dönüştürülmesi. Ama bunda da kilogram hidrojen üretimi başına çevreye salınan ömür çevrim emisyonları 5-10 kg arasında değişiyor. Bu geçiş için bazı ülkeler tarafından yol haritalarında ve stratejik raporlarında bulunsa da, sürdürülebilir bir hidrojen ekosistemi için doğru bir seçenek olmadığı aşikar.

BEYAZ HİDROJEN DOĞADA KENDİLİĞİNDEN BULUNUYOR

Son zamanlarda yeşil hidrojenin yanında, "beyaz" ya da "doğal" hidrojen kavramı da öne çıktı. Nedeni ise Endonezya'dan Kolombiya'ya oradan Amerika'ya kadar birçok ülkede jeolojik yapılan doğal hidrojen arama çalışmalarında sevindirici sonuçların ortaya çıkması. Bu tür hidrojen yer kabuğunun derinliklerinde, çeşitli jeolojik yapılarda serbest halde veya başka gazlarla birlikte bulunabiliyor. Beyaz hidrojenin bu sınıfa girebilmesi için, üretim başına salınan karbondioksit miktarının 500 gramın altında olması gerekiyor. Bu kaynakların çıkarılması, işlenmesi ve ömür çevrimleri boyunca emisyonlarının nasıl yönetileceği, gelecekteki çevresel etkilerini belirliyor. Doğal hidrojen rezervlerinin potansiyeli büyüyor ancak sürdürülebilir biçimde çıkarılması ve yönetilmesi gerekiyor. Kısaca çeşitli belirsizlikler söz konusu olsa da, hidrojen ekonomisi için büyük bir fırsat olarak görülmektedir. Hatta ülkemizde Antalya ilinde bulunan Ateş Dağındaki yanan gazın yüzde 90 seviyesinde hidrojen olduğu çeşitli bilimsel makalelerde çıktı. Bu da şunu gösteriyor ki, ülkemizde yoğun yeşil hidrojen yanında, doğal (beyaz) hidrojen potansiyelleri de mevcut.

YEŞİL HİDROJENİN KÜRESEL ÜRETİMİ ŞİMDİLİK SINIRLI KALIYOR

Dünya genelinde yıllık hidrojen üretimi 120 milyon ton seviyelerine ulaşmış durumda. Ancak bu üretimin yalnızca yüzde 2-4'lük bir bölümü yeşil hidrojen olarak sınıflandırılıyor. Geri kalan büyük çoğunluğu ise fosil kaynaklara dayalı yöntemlerle üretiliyor ve bu da yüksek miktarda sera gazı salımına neden oluyor. Yeşil hidrojenin şu an için sınırlı kalmasının temel nedenleri arasında teknolojik altyapının henüz yaygın olmayan teknolojik altyapı, görece yüksek üretim maliyetleri ve yetersiz teşvik mekanizmaları yer alıyor. Ancak önümüzdeki dönemde bu tablo hızla değişiyor.

ULAŞIMDA YEŞİL HİDROJEN EMİSYONLARI CİDDİ BİÇİMDE AZALTIYOR

Ulaşım sektöründe gerçek anlamda dekarbonizasyonu sağlayacak yeşil hidrojene dayalı bir çözüm sistematiği olacaktır. Dolayısıyla yeşil hidrojenin öne çıktığı en önemli sektörlerin başında ulaşım geliyor. Örnek vermek gerekirse, benzinli bir araç kilometre başına yaklaşık 150 gram karbondioksit salıyor. Bataryalı elektrikli araçlarda bu miktar 20 ila 30 gram arasında değişiyor. Ancak yeşil hidrojenli bir araçla aynı mesafe yalnızca 2 ila 4 gram karbondioksit emisyonu üreterek kat ediliyor. Bu fark, yeşil hidrojenin neden ulaşımda öncelikli olarak düşünülmesi gerektiğini açıkça gösteriyor. Hem çevre dostu olması hem de sürdürülebilirlik açısından sunduğu katkı, yeşil hidrojeni stratejik bir çözüm haline getiriyor.

HİDROJENE DAYALI ENERJİ SİSTEMLERİ YENİ BİR EKOSİSTEM KURUYOR

Yeşil hidrojenin enerji sistemlerine entegrasyonu, kapsamlı bir dönüşüm gerektiriyor. Bu dönüşüm, her sektörün enerji ihtiyacına göre yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılıyor. Hidrojene dayalı bir enerji ekonomisi, sadece karbon salımlarını düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda ekonomik, teknolojik ve çevresel fırsatlar yaratıyor. Bu bağlamda Türkiye'nin potansiyeli de dikkat çekiyor. Hidrojen Teknolojileri Derneği tarafından yürütülen çalışmalarda, Türkiye'nin 81 ili bazında yeşil hidrojen üretim potansiyeli detaylı biçimde projeksiyonlara dökülüyor. Bu çalışmalar, Türkiye'nin yeşil enerjiye dayalı üretim kapasitesinin yıllık 600 milyon ton seviyesine ulaşabileceğini ortaya koyuyor ve bu potansiyel ile ülkemiz dünyada hidrojen ihraç eden ana ülkelerden biri olmaya aday. Birde bunun getirebileceği ekonomik katkı ise çok büyük olabilir

TÜRKİYE ENERJİ İTHALATÇISINDAN İHRACATÇIYA DÖNÜŞÜYOR

Yeşil hidrojenin Türkiye açısından sunduğu olanaklar oldukça büyük bir potansiyel barındırıyor. Hidrojen Teknolojileri Derneği'nin hazırladığı detaylı raporlar, Türkiye'nin her ilinde yeşil hidrojen üretimine uygun enerji kaynakları bulunduğunu gösteriyor. Bu çalışmalar, yalnızca bugünkü kapasiteye değil, aynı zamanda geleceğe yönelik projeksiyonlara da dayanıyor. Bu anlamda Türkiye, yeşil hidrojen aracılığıyla bir enerji ithalatçısından enerji ihracatçısına dönüşme potansiyelini barındırıyor. Enerji güvenliği açısından bu durum stratejik bir sıçrama anlamına geliyor. Aynı zamanda ekonomik kazanç ve dışa bağımlılığın azalması açısından da önemli fırsatlar sunuyor. Özellikle Almanya'nın 50 milyar dolar karşılığında Avustralya ile yaptığı bir anlaşma sonucunda 2030 yılına kadar 5 milyon ton hidrojen alacak. Bu rakamı bile dikkate alıyor olsak, Türkiye için bunun nasıl yüksek bir ekonomik katkısı olacağını rahatlıkla görebiliriz. Burada Türkiye'nin 600 milyon tonluk bir yeşil hidrojen üretim potansiyelinin, ülkenin cari açığını azaltmada nasıl önemli bir rol oynayabileceği ve Türkiye'yi ana ihracatçılardan biri yapabileceği açıkça görülebilmektedir.

YEŞİL HİDROJEN KÜRESEL KARBON NÖTR HEDEFLERİNİN MERKEZİNE OTURUYOR

Bugün dünya genelinde 2050 yılı için karbon nötr hedefi koyan yaklaşık 150 ülke bulunuyor. Türkiye ise bu hedefi 2053 yılı olarak belirlemiş durumda. Bu hedefe ulaşmanın en etkili yolu, fosil yakıtlar yerine karbonsuz seçeneklere yönelmekten geçiyor. İşte bu noktada yeşil hidrojen öne çıkıyor. Yeşil hidrojen, yakıldığında yalnızca su buharı ortaya çıkardığı için karbon salımı yaratmıyor. Bu da onu sürdürülebilirlik açısından en güçlü alternatif haline getiriyor. Fosil kaynaklarla karşılaştırıldığında çevresel etkileri minimum seviyede kalıyor ve bu yönüyle küresel iklim politikalarının merkezine yerleşiyor.

YENİLENEBİLİR ENERJİ VE NÜKLEER, HİDROJEN ÜRETİMİNDE ÖN PLANA ÇIKIYOR

Dünyadaki eğilimler, yeşil hidrojen üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarına ve nükleer enerjiye yöneliyor. Güneş ve rüzgâr gibi kaynaklar kesintili üretim sağlarken, küçük modüler nükleer reaktörler sürekli ve istikrarlı bir enerji akışı sunabiliyor. Bu iki kaynak birlikte kullanıldığında, hidrojen üretimi daha verimli ve sürdürülebilir hale geliyor. Üretim kadar önemli bir diğer konu da depolama oluyor. Basınçlı depolama, sıvılaştırma ve malzeme emdirme gibi yöntemlerle hidrojenin güvenli ve etkili biçimde saklanması sağlanıyor. Bu da geleceğin enerji altyapısında hidrojenin rolünü güçlendiriyor.

HİDROJEN SADECE YAKIT DEĞİL, AYNI ZAMANDA STRATEJİK BİR HAM MADDE OLUYOR

Hidrojen yalnızca bir yakıt ya da enerji taşıyıcısı değil; aynı zamanda kimya sanayiinde temel bir ham madde olarak da değerlendiriliyor. Bugün kimya sanayiinde kullanılan hidrojenin büyük kısmı fosil kaynaklardan üretiliyor. Ancak bu tablo değişiyor. Yeşil hidrojenin yaygınlaşmasıyla birlikte, sürdürülebilir kimyasallar ve sentetik yakıtlar üretmek mümkün hale geliyor. Yeşil hidrojenle; yeşil metan, yeşil metanol, yeşil amonyak, yeşil dimetil eter, yeşil etanol, yeşil benzin ve yeşil jet yakıtları üretilebiliyor. Bu sayede hem enerji hem kimya sektörlerinde karbon nötr süreçler kuruluyor. Hidrojenin bu çok yönlü rolü, onu geleceğin ekonomik sistemlerinin vazgeçilmez yapı taşı haline getiriyor.

TÜRKİYE'NİN ATIKLARI BİLE HİDROJEN ÜRETİMİNDE DEĞER KAZANIYOR

Türkiye'nin yalnızca güneş, rüzgâr, jeotermal ve hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla değil; aynı zamanda atık potansiyeliyle de yeşil hidrojen üretiminde güçlü bir aday olduğu görülüyor. Eğer biyolojik ve organik atıklar dönüştürülürse, buradan biyohidrojen elde etmek mümkün hale geliyor. Bu da hem atık yönetimine hem de enerji üretimine çevreci bir katkı sağlıyor. Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili olması, deniz dalgaları ve akıntı enerjisini de hidrojen üretim zincirine entegre etme potansiyeli yaratıyor. Tüm bu seçenekler değerlendirildiğinde, Türkiye'nin yalnızca ithalat bağımlılığını azaltmakla kalmadığı, aynı zamanda enerji ihracatçısı bir ülkeye dönüşme yolunda ciddi bir avantaj yakaladığı anlaşılıyor.

HİDROJEN EKONOMİSİ TÜRKİYE'Yİ BÖLGESEL ENERJİ LİDERİ YAPIYOR

Hidrojen bir enerji taşıyıcısı değil, küresel ekonomik rekabetin yeni merkezlerinden biri haline de geliyor. Bu dönüşüm, hidrojenin üretiminden tüketimine kadar uzanan tüm aşamalarda teknolojik altyapının kurulmasını ve sürdürülebilir bir ekosistemin inşa edilmesini gerektiriyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla dünyanın en yüksek potansiyeline sahip on ülkesinden biri olan Türkiye, artık bunları hidrojen ekonomisiyle değere dönüştürmesi gerekiyor, dönüştürdüğü zaman ise, kendisini bölgesel bir enerji liderliğine taşıyabilecek ve ekonomik olarak refaha taşıyacaktır. Tabii ki bu arada hidrojen sektörünün gelişim anahtarları sayılan, teşvik ve desteklerin oluşturulması, ekosistemin ve altyapıların kurulması, insan kaynağının eğitilmesi, araştırma-inovasyon ile teknolojik ve dijitalleşme süreçlerinin de ivedilikle tamamlanması gerektirmektedir.

KARBON ÇAĞI KAPANIYOR, HİDROJEN ÇAĞI BAŞLIYOR

Dünya, fosil yakıt temelli enerji düzeninden çıkıyor ve hızla hidrojen merkezli bir sisteme geçiş yapıyor. Bu değişim yalnızca teknolojik bir yenilik değil, aynı zamanda tarihsel bir paradigma dönüşümünü temsil ediyor. 2020 yılında yaşanan pandemi süreci, bana göre bu geçişin başlangıç noktalarından biri olarak değerlendirilmeli.

Pandeminin yaşandığı o yıl, hidrojen çağına geçişin ilk sinyallerini net şekilde gözlemleme imkânım oldu. O dönemde yayımladığım bir bilimsel makalede, 2020 yılını karbon çağının kapandığı ve hidrojen çağının başladığı tarihsel bir eşik olarak tanımladım. Bu görüşüm, aynı yılın Temmuz ayında Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan "Yeşil Hidrojen Mutabakatı" ile de örtüştü. Bu mutabakat, sürecin yalnızca teknik değil, aynı zamanda siyasi ve stratejik bir dönüşüm olduğunu ortaya koyuyordu.

Bugün Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'da hidrojen stratejileri art arda uygulamaya konuluyor. Türkiye de bu sürece kayıtsız kalmıyor. Hidrojen yol haritası açıklandı, stratejik planlar hazırlandı. Ancak özel sektör henüz teşvik ve destek mekanizmalarının açıklanmasını bekliyor. Bu sürecin Ağustos ya da en geç Eylül ayında netleşmesiyle birlikte, yerli üretimin ivme kazanacağına inanıyorum.

TÜRKİYE HİDROJEN BANKALARI VE BORSALARI İÇİN KÜRESEL BİR MERKEZ OLABİLİR

Hidrojen ekonomisinin gelişmesiyle birlikte, yalnızca üretim ve tüketim değil; finansal altyapılar da yeniden şekilleniyor. Avrupa'da hidrojen bankaları kurulmaya başlanmış durumda. Ancak bu dönüşüm henüz borsa düzeyine ulaşmış değil. Türkiye bu noktada büyük bir fırsat yakalıyor. Jeopolitik konumu sayesinde İstanbul'un küresel bir hidrojen borsası merkezi haline gelmesi mümkün görünüyor. Bu öneri, aslında yıllar önce bilimsel raporlarda ve demeçlerde de dile getirildi. Eğer Türkiye bu fırsatı değerlendirirse, yalnızca ticari bir avantaj elde etmekle kalmıyor; aynı zamanda küresel hidrojen ticaretinde belirleyici rol oynamaya başlıyor. Bugün Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesi yeşil hidrojen ithalatı için uluslararası anlaşmalar imzalıyor. Türkiye bu süreçleri çok iyi planlayarak ve de hidrojen üretimi, depolaması, dağıtımı, taşınması, kullanılması ve de ticareti için gerekli bütün yönetmelikleri ve düzenlemeleri hızlıca yapması gerekir ki, bu hızlı gelişen süreçte geri kalmasın. Bunun yanında acilen hidrojen bankasını ve de en önemlisi hidrojen borsasını dünyanın Merkezi olan İstanbul'da kurması gerekiyor. Böylece sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel bir liderde olabilecektir.

BİLİMSEL PLANLAMA, İNSAN KAYNAĞI VE FİNANSMAN SÜRECİ DESTEKLİYOR

Hidrojen ekonomisinin kurulması, yalnızca teknolojiyle değil; eş zamanlı olarak strateji, eğitim, altyapı ve finansman ile desteklenmesi gereken çok yönlü bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. İlk adım, sektörlerin enerji ihtiyaçlarının bilimsel olarak belirlenmesiyle atılıyor. Ardından, bu ihtiyaçlara uygun dönüşüm planları kısa, orta ve uzun vadeli yol haritalarıyla şekilleniyor.

İkinci adımda insan kaynağının eğitimi geliyor. Üniversiteler ve mesleki eğitim kurumları, hidrojen teknolojilerine uygun yeni programlarla geleceğin mühendislerini ve teknisyenlerini hazırlıyor. Üçüncü adım ise altyapı dönüşümü oluyor. Mevcut enerji sistemlerinin hidrojenle uyumlu hale getirilmesi ve yeni altyapıların kurulması büyük önem taşıyor.

Finans sektörü de bu dönüşüme uyum sağlıyor. Teşviklerin, desteklerin ve özel finansman araçlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, hidrojen projeleri yatırımcılar için cazip hale geliyor. Tüm bu süreç, Türkiye'nin küresel hidrojen yarışında hızla pozisyon almasını destekliyor.

YEŞİL HİDROJEN TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNDE KİLİT ROL OYNUYOR

Tüm bu gelişmeler değerlendirildiğinde, yeşil hidrojenin Türkiye'nin enerji, çevre, ekonomi ve dış politika hedeflerinde merkezi bir rol üstlendiği görülüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarını etkin ve verimli kullanması, atıklarını hem enerjiye hem de hidrojene dönüştürmesiyle, teknolojik kabiliyetlerini artırması ve altyapılarını kurması ile Türkiye, hem 2053 karbon nötr hedeflerini başarmış olacak, hem ülke ekonomisini iyileştirecek ve hayat kalitesini artıracak hem de politik ve teknolojik üstünlük sağlamış olacak. Böyle yüksek oranda yenilenebilir enerjiye dayalı ve sonrasında hedeflenen nükleer santrallerin de muhtemel katkılarıyla, sadece enerji bağımsızlığını sağlamakla kalmıyor; ihracat, istihdam, sanayi dönüşümü ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini de ulaşmış olacak. Sonuç olarak, hidrojen ekosisteminin kurulmasıyla Türkiye, geleceğin karbonsuz dünyasında lider ülkelerden biri haline gelecek.