USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Sanat

16 Şubat 2016 14:59

Üç günde İstanbul tarihine giriş

'Anadolujet’le tarihe Yolculuk' projesi kapsamındaki özel tur programları ekim ayı Boyunca İstanbul Turlarıyla devam etti. Araştırmacı-Yazar ve Sanat tarihi uzmanı Talha Uğurluel’in rehberliğinde gerçekleşen turlara İstanbul içi ve Ankara'dan katılım sağlanırken ilgimizi çeken bir diğer nokta İse 45 kişiyle sınırlı gezilerde kontenjanların hemen her gezi için tamamen dolu olması. Bu durumu tarih bilincinin zayıflığından yakınmaların yaygın olduğu ülkemizde bazı şeylerin değiştiğinin bir gösterg

Üç günde İstanbul  tarihine giriş

Anadolujet’le Tarihe Yolculuk programı ekim ayını İstanbul gezileriyle tamamladı. '4 Ekim Üsküdar' turuyla başlayan program '17 Ekim-Tarihi Yarımada' ve '18 Ekim-Eyüp/Boğaz' turlarıyla devam etti...

 

Tarİhle Yaşayan Bİr Semt: Üsküdar

Katılımcıların 4 Ekim Pazar günü saat 09:30'da Üsküdar’ın artık neredeyse simgesi olmuş III. Ahmet Çeşmesi'nde buluşmasıyla birlikte gezimiz de başlamış oldu. 1728 yılında Lale Devri zamanında som mermerden yapılmış olan çeşme İstanbul’un en güzel çeşmelerinden biri. Üç tarafında dönemin en büyük şairlerinden üçünün, Nedim, Rahmi ve Şakir’in beyitleri; dördüncü tarafında ise Padişah III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın birlikte hazırladıkları kitabesi bulunuyor. Gezimizin III. Ahmet Çeşmesi’nden sonraki ilk durağı ise yanı başındaki Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi’ydi. Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan külliye 1548'te açıldı. Anadolu yakasındaki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olan külliyenin önemli bir bölümü ne yazık ki günümüze ulaşamamış.

Mihrimah Sultan Külliyesi’nden çıkar çıkmaz 1509 tarihli Selman Ağa Camii’nin ve yanındaki Horhor Çeşmesi’nin önünden geçerek kısa bir yürüyüşle Aziz Mahmud Hüdai Tekke ve Türbesi’ne ulaştık. Celvetiyye Tarikatı’nın kurucusu ve zamanında çok muteber biri olan Aziz Mahmud Hüdai aynı zamanda IV. Murat’a saltanat kılıcını kuşatan kişi olarak biliniyor.

 MİHRİMAH SULTAN CAMİİ kubbe BEZEMELERİ

Üsküdar Meydanı’na dönüşte öğle yemeği zamanı da gelmişti. Yemek için verilen aranın ardından ziyaret durağımız Üsküdar Meydanı’nın diğer köşesindeki, Lale Devri’nin en güzel eserlerinden biri  olan Valide-i Cedid Camii'ydi. 1710 tarihinde, Sultan II. Mustafa ve Sultan III. Ahmet’in annesi Rabia Gülnuş Sultan tarafından, Başmimar Kayserili Mehmet Ağa’ya inşa ettirilen cami, geçtiğimiz yıl son derece başarılı bir restorasyon geçirmiş. Valide-i Cedid Camii’nin çıkışında Balaban Tekkesi’ne rastlıyoruz. 17’nci yüzyıla dayanan tekke büyük bir yangın sonucunda tamamen yanmış ve 20’nci yüzyıl başlarında bugünkü biçimiyle yeniden yaptırılmış. Son olarak da Üsküdar Belediyesi tarafından restore edilmiş.     

Üsküdar Meydanı’ndaki son durağımız için caddenin karşısına geçip boğaz kıyısındaki Kuşkonmaz diğer adıyla Şemsi Ahmet Paşa Camii’ne yöneliyoruz. Üsküdar’daki bir başka Mimar Sinan camisi olan 1580 tarihli bu caminin yeri kuzeyden ve güneyden esen rüzgarların kesişme noktası olduğu için üzerinde gerçekten de kuş uçmuyor.

Üsküdar’daki son durağımız Kız Kulesi oluyor. Kız Kulesi’nde günün yorgunluğu hatıra fotoğrafları ve sohbetle biraz olsun atıldıktan sonra bir dahaki gezide buluşmak üzere ayrılıyoruz.

Tarİhİ İstanbul’un Merkezİ: Tarİhİ Yarımada

18 Ekim Cumartesi günü buluşma noktamız bu sefer Topkapı Sarayı kapısı önündeki III. Ahmet Çeşmesi’ydi. Çeşme, İstanbul’un en önemli tarihi eserlerinden biri. 1729 yılında III. Ahmet tarafından Mimar Kayserili Mehmet Ağa’ya yaptırılmış ve çeşmenin dört köşesindeki sebillerden yüzyıllarca şerbet dağıtılmış. Rehberimiz Talha Uğurluel, çeşmenin Osmanlı meydan çeşmelerinin en önemli örneği olduğunu söylüyor.

Grubumuzun toparlanmasıyla Topkapı Sarayı’nın kuleleri ve burçlarıyla ünlü ana giriş kapısı Bab-ı Hümayun’dan saraya giriyoruz. Sol tarafımızdaki Ayi İrini’yi ve I. Avlu’yu geçip  Babüsselam’dan II. Avlu’ya giriyoruz. Bu arada rehberimiz Talha Uğurluel Fatih döneminde 15’inci yüzyılda yapılan Bab-ı Hümayun’un sade ama sağlam görünüşü ile 16-17’nci yüyıllarda yapılan Babüsselam ve Babüssaade’nin incelik ve zarafetlerine ve Osmanlı’nın geçirdiği evrimi nasıl simgelediklerine dikkat çekiyor. II. Avlu’da önce sağ tarafımızdaki saray mutfağını, daha sonra avlunun sol tarafındaki Kubbealtı olarak adlandırılan Divan-ı Hümayun’u (bugünkü karşılığı Bakanlar Kurulu’nu) görüyoruz. Burası Kanuni döneminde yapılmış ve son şeklini ve süslemelerini III. Selim zamanında almış olağanüstü bir yapı.    

Babüssaade’den III. Avlu’ya girdiğimizde en çok dikkatimizi çeken yapılar; Arz Odası, Kutsal Emanetler’in sergilendiği Has Oda ve mermerden inşa edilmiş olan Enderun Kütüphanesi oluyor. Birçok köşkün bulunduğu ve genellikle padişahların günlük hayatlarını sürdürdükleri IV. Avlu ziyaretiyle Topkapı Sarayı turumuz son buluyor.

Öğle yemeği için verilen aradan sonra turumuza Yerebatan Sarnıcı’yla devam ediyoruz. Yerebatan Sarayı da denilen sarnıç, 6’ncı yüzyılda Justinianus döneminde inşa edilmiş 140 metreye 70 metrelik bir alanı kapsayan, tarihi İstanbul’un en büyük kapalı sarnıcı... Sarnıçta 9 metrelik 336 adet sütun bulunuyor. 

Yerebatan Sarnıcı’ndan sonra durağımız havada asılı gibi duran devasa kubbesi, oyma mermer sütunları ve eşsiz mozaikleriyle mimarlık tarihinin başyapıtlarından biri olan Ayasofya oluyor.

 

1500 Yıllık Bİr Şaheser

Ayasofya mimarlık tarihinin en önemli eserlerinden biri. Bugün gördüğümüz Ayasofya aslında buraya yapılan üçüncü Kilise. İlk defa II. Konstantin zamanında bir pagan tapınağının yerinde yapılmış ve 360 yılında açılmış. Bu kilise 404 yılındaki bir isyan sırasında, 415 yılında inşa ettirilen ikinci kilise ise 532 yılında Nika İsyanı sırasında yıkılıyor... Ayasofya bir 6’ncı yüzyıl Bizans eseri olmasına rağmen, Roma mimari geleneğine bağlı ve taklit edilmemiş bir 'deneme' olarak tanımlanıyor. İri kubbe ve zarif olmayan dış görünüşe karşın saray gibi göz alıcı ve görkemli iç görünüm Roma Mimarisi’nin bir mirası olarak değerlendiriliyor.

Orijinal kubbe ilk olarak 558 yılında yıkılmış ve yerine daha yüksek ve daha küçük bir kubbe yapılmış. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10’uncu ve 14’üncü yüzyıllarda 2 defa daha çökmüş. Doğu Roma Dönemi'nde 'İmparatorluk Kilisesi' olması nedeniyle imparatorların taç giyme merasimlerinin yapıldığı mekan olan Ayasofya'nın 1204-1261 yılları arasındaki Latin işgalinden yağmalanmış ve oldukça yıpranmış olarak çıktığı biliniyor. Şehrin 1453 yılında fethi, harap durumdaki kilisenin camiye çevrilerek kurtarılmasını da sağlamış. Mimar Sinan’ın 16’ncı yüzyılda eklediği payanda duvarları, 19’uncu yüzyılda Mimar Fossati kardeşlerin çalışmaları ve 1930’dan sonra yapılan restorasyonlarla kubbenin demir bir kuşak ile çevrilmesi önemli onarımlar olarak gösteriliyor. Ayasofya’da kullanılan sütun ve mermerler; Anadolu ve Suriye’deki antik şehir kalıntılarından getirilerek kullanılmış. Ayasofya’nın mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler mozaiklerle süslenmiş. Osmanlı Dönemi’nde, 16’ncı ve 17’nci yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenmiş. Mihrabın iki yanında bulunan bronz kandiller, Kanuni tarafından Budin Seferi dönüşünde camiye hediye edilmiş.
7.5 m. çapındaki 8 adet hat levhası ise Sultan Abdülmecid Dönemi’nde de Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılarak duvarlara yerleştirilmiş. 'Allah, Hz. Muhammed, Dört Halifenin isimleri ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin' yazılı bu levhalar, İslam aleminin en büyük hat levhaları olarak biliniyor. Ayasofya’da geçirdiğimiz saatlerin ardından turumuzun son durağı Sultanahmet Camii karşısındaki İbrahim Paşa Sarayı’nın bir bölümünde hizmet gören Türk İslam Sanatları Müzesi oluyor. Müzenin koleksiyonları Emevi, Abbasi, Kuzey Afrika (Mağrip), Endülüs, Fatımi, Selçuklu, Eyyubi, İlhanlı, Memluk, Timurlu, Beylikler, Safavi, Kafkas ülkeleri ve zengin Osmanlı Dönemi eserlerinden oluşuyor. Bu yoğun günün akşamında ertesi gün Eyüp Sultan Camii’nin önündeki havuzda buluşmak üzere ayrılıyoruz.

 

TOPKAPI SARAYI GİRİŞ KAPISI

Türbeler Semtİ Eyüp

'Anadolujet’le Tarihe Yolculuk-İstanbul Turları'nın sonuncusu 18 Ekim’de Eyüp’te başladı. Osmanlı, Eyüp semtinin merkezini camileri, medreseleri, türbeleri ve lahitleriyle dev bir sanat eseri, yaşayan bir Osmanlı Müzesi haline getirmiş. Rehberimiz Talha Uğurluel’le birlikte Eyüp’ün tarihi sokaklarından Osmanlı’nın belki de en ünlü Şeyhülislamı Ebuusuut Efendi’nin kendi yaptırdığı Sıbyan Mektebi’ndeki Kabri, Haliç Sahili’ndeki Sultan Reşat Türbesi'yle yine kendisinin yaptırdığı ancak Ebuusuut Efendi’nin adını taşıyan okulun hikayesini dinledikten sonra bir film setini andıran 'Cülus Yolu'na geçiyoruz...

 

TARİHİ CÜLUS YOLU

Şimdiki adıyla Eyüp’teki Sultan Reşat Caddesi Fatih Sultan Mehmet’ten Vahdettin’e kadar Osmanlı padişahlarının tahta çıktıklarında kılıç kuşanıp ata bindikleri, cülus törenlerinin yapıldığı, padişahın hükümranlığını  embolize eden tarihi bir yol. Osmanlı’daki 'kılıç kuşanma' ritüeli diğer monarşilerdeki taç giyme törenlerinin de karşılığı... Geleneğe göre yeni padişah çoğunlukla deniz yoluyla yani ünlü saltanat kayıklarından biriyle Eyüp’e gelir, vezirler, devlet adamları, dönemin önemli şahsiyetleri ve tabii ki kalabalık bir halk topluluğu yolun başında kendisini selamlar, o ise binek taşında atına binerek Eyüp Sultan Hazretleri’ni ziyaret eder, vakit uygunsa namaz kılar daha sonra da kendi seçtiği bir kişi gelip beline kılıç kuşatırmış. Kılıç kuşatan kişilerin dönemin önde gelen uleması veya Nakîbü’l Eşrâf Efendi (Peygamberimizin soyundan gelen kişilerin önde geleni) ya da Şeyhülislâm olurmuş. Kuşatılacak kılıç, Hz. Muhammed’e, Hz.Ömer’e ve Halid Bin Velid’e ait kutsal emanetler arasında bulunan kılıçlarla, Osman Gazi, Fatih ve Yavuz Sultan Selim’e ait kılıçlardan yeni Sultan’ın seçtiği biri olurmuş. Kılıç kuşatan kişi 'Allah’ın yardımıyla din ve devlet düşmanları üzerine muzaffer olması' için dua eder, törenden sonra sultan yeniden ata biner yolda toplanan ahaliye Cülus bahşişi dağıtarak ve atalarının türbelerini ziyaret ederek Topkapı Sarayı’na geri dönermiş.  Cülus Yolu’nda padişahların ata binmek için çıktıkları basamaklı özel 'Binek Taşı' halen sergileniyor. Cülus Yolu’nu bu derece göz alıcı yapan türbeler arasında II. Mahmud’un kızı Adile Sultan Türbesi (Ö. 1899) ile III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan’ın (Ö. 1805) Sebili, İmareti ve Türbesi bulunuyor. 'Cülus Yolu'yla turumuzun Eyüp etabını tamamlamış oluyoruz. Kısa bir molanın ardından Eyüp İskelesi’nden bindiğimiz motorda öğle yemeğimizi yerken Haliç’ten Boğaz’a doğru ilerleyerek turumuzun ikinci bölümüne de başlamış oluyoruz. Şansımıza kapalı ama soğuk olmayan hava, motorun açık bölümünde rahat bir gezi imkanı tanıdı. Boğaz’ın Avrupa Yakası'ndan Rumeli Hisarı’na kadar ilerleyip Asya Yakası'na yanaşarak Üsküdar’a kadar süren turumuz boyunca birçok yalı ve caminin hikayelerini dinlerken, İstanbul Boğazı’nın son kalan doğal güzelliklerini de izleme fırsatı bulmuş olduk.

PLATIN SANAT / KASIM 2015

EN ÇOK OKUNANLAR