USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Teknoloji

13 Mayıs 2020 18:28

Teknoloji savaşında yeni oyuncu: Siber Uzay

Pavotek ve IntelProbe Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Alper Özbilen, teknoloji savaşında yeni bir oyuncu olarak Siber Uzay kavramının öne çıkacağını söyledi. Özbilen "Siber uzay hakkında meselenin felsefesini gereksiz veya zahmetli bulunlar olabilir. Ancak yol haritamızın doğru belirlenebilmesi adına, algılarımıza hükmeden birçok tanımlamayı değiştirmemiz gerekiyor" dedi

Teknoloji savaşında yeni oyuncu: Siber Uzay

Özbilen yaptığı değerlendirmede “Tarih sahnesinde binlerce yıldır bağımız bir toplum olarak kalabilmemizin temeli, mücadeleyi  bilen bir millet olma vasfımızdan geliyor. Biz mücadele etmek durumunda kalmayı sevmesekte, bu vasıf bize ‘biz’ olarak kalabilmeyi sağladı.  Önce karada, sonra denizde ve en son da havada mücadele etmeyi öğrendik. Şimdi yeni bir alan daha var: Siber Uzay. 

Büyük veri, yapay zeka, sensör teknolojisi, robotik, klasiğin yanı sıra kuantum hesaplama gibi birbiriyle ilişkili ya da iç içe bir çok olgu ve teknolojiyi bünyesinde barındıran yerin adına siber uzay diyebiliriz. 

Evet bir fikrimiz var, belirli ölçüde farkındalığımız da oluşuyor, an itibariyle ABD ve Çin başta olmak üzere batılı ve doğulu birçok ülkeye nispetle mütevazi de sayılsa birbirinden kıymetli birçok çabanın farklı şirketler, üniversiteler, kurum ve kuruluşlar eliyle sürdürüldüğünü görüyoruz. Ancak olgular düzeyinde ve toplam resim etrafında baktığımızda mevcut yaklaşım olması gereken seviyeye henüz varmış değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri de konuya bakış açımızdaki bir takım eksiklikler ve sorunlar.” dedi

Siber uzay ya da siber kapasite kavramı bizde daha yüzeyde algılandığını ve anlaşıldığının altını çizen Dr. Alper Özbilen “Neyin siber uzaya dahil olup olmadığı konusunda bir takım kafa karışılıkları var. Tabiki bildik, konvansiyonel alan ile siber alanın bir çok noktada iç içere girişi de bu kafa karışıklığının nedenleri arasında. Kolay anlaşılması açısından araba örneği üzerinden gidelim. Son on yıla kadar birçok araba mekanik bileşeni üzerinden tanımlanabiliyordu. Bu yönü hala geçerli ancak günümüz otomobil teknolojisi artık birçok kontrolün yapılmasına imkan sağlayan onlarca sensör, yüzlerce elektronik bileşen ve onbirlerce satırlık kodlardan oluşuyor. Gelişkin modeller için  bu sayılar elbette daha fazla. Otonom sürüş söz konusu olduğunda bu sayılar katlanıyor. Uçan bir araç düşündüğümüzde yüzler binleri, binler yüzbinleri, yüzbinler ise milyonları buluyor.” dedi

BİRÇOK ROBOT ARTIK SADECE YAZILIMDAN İBARET

Siber uzay hakkında meselenin felsefesini gereksiz veya zahmetli bulunlar olabilir. Ancak yol haritamızın doğru belirlenebilmesi adına, algılarımıza hükmeden birçok tanımlamayı değiştirmemiz gerekiyor diyen Pavotek ve IntelProbe Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Alper Özbilen şöyle devam etti: “Basit bir örnek olarak, robot değinildiğinde birçok insanın aklına ellleri ve kolları olan ve insan gibi davranışlar sergileyen, mekanik gövdesi olan hatta canlılara ait ten rengi ile imal edilmiş makinalar geliyor. Halbuki birçok robot artık sadece yazılımdan ibaret. Bu robotlara karşı koymak üzere dizayn edilmiş başkaca yazılım robotlar da var. Belki mekanik gövdeleri olmadığı için biz onlara robot demiyoruz ya da hiç fark etmiyoruz bile. Örneğin yol bulmak için kullandığınız bir navigasyon uygulaması da bir nevi robot. Konum bulmaya imkan sağlayan uydular ile haberleşiyor, internet üzerinden aynı robotu kullanan diğer kullanıcıların durum bilgilerinden hareketle muhtemel güzergahların yoğunluk durumunu çıkarıyor. Sesli komut alabiliyor ve sesli olarak da sizi yönlendirebiliyor. Bu örneği özellikle seçtim. Hem anlaşılması kolaylaştırmak açısından hem de biraz sonra bahsetmek istediğim başka bir örnek için tamamlayıcısı olabileceğinden.” 

BAŞKALARI GOOGLE ARAMA MOTORUNUN YERİNİ ALAMAZ MIYDI?

Mekanik gövdeleri olsun olmasın, robotları güçlü kılan, esasında erişebildikleri veri ve üzerinlerinde koşan algoritmalar diyen Özbilen “Bu robotları çok daha gelişkin kılan ve kılacak olan teknolojiye ise son dönemde sıklıkla duymaya başladığımız ‘Yapay Zeka’ adını veriyoruz. Zaman zaman ‘Makina Öğrenmesi’ ya da ‘Derin Öğrenme’ olarak da ya da hep birlikte anılan bir kavram. Bence ‘Yapay Zeka’ tanımlaması ve buradaki ‘zeka’ ifadesinin insan zekası ile karşılaştırılması sorunlu. Tanımlamadan kaynaklı bu sorunun zaman zaman yanlış karşılaştırmalara da sebebiyet verdiğini de görüyoruz. Çok uzun süreceği için burada kavram tartışmasına girmek istemem. Ancak şunu söylemek isterim ki yapay olarak tanımlanan bu ‘zekanın’ gücünü belirleyen kullanılan algoritmalardan ibaret değil. Erişebildiği veri miktarı ve niteliği. Yani ne kadar çok veriye erişebilirseniz o kadar ‘zeki’ sistemlere sahip olabiliyorsunuz. Tam bu noktada Google Arama Motorunu bir örnek olarak vermek istiyorum. Google 1998’de kurulmadan önce Yahoo ve Altavista gibi arama motorları kullanıldığını hatırlayanlar çoktur. Stanford Üniversitesindeki bir takım öğrenci grubu, dil içerisindeki ilişkilerin istatistiğini dayalı bir sıralama maktığına dayalı bir algoritma geliştiriler. Burada algoritma düzeyinde mevcut arama motorlarına fark atan bir üstünlük elde ettiler. Google olarak hizmet vermeye başladıklarında mevcut rakiplerine göre geriden geliyorlardı ancak o zamanki internet şimdilik internet değildi. Algoritma üstünlüğü ile henüz veri miktarı şimdiki ile kıyaslanamayacak kadar az olan internet üzerinde arama servisi vermeye başladılar ve kısa bir zaman sonra birinciliği ele geçirdiler. Peki daha sonraki yıllarda çok daha sıra dışı bir algoritma ile başkaları Google arama motorunun yerini alamaz mıydı? Elbette alabilirdi. Ancak Google kendisine gelen aramalardan o kadar çok şey öğrendiki bu öğrendikleriyle kendini geliştirebilen daha iyi algoritmalar tasarladı. Kendisini otomatik sorgu yapmak suretiyle taklit etmek isteyen başka robotlara da karşı koyacak birçok mekanizma geliştireyi de ihmal etmedi. Akıllı telefonlar için ücretsiz olarak dağıttığı ‘Android’ mobil işletim sistemi ile de ‘kelime aramanın’ da dışına çıktı ve milyarlarca insan ile gezen, yatıp kalkan ve o insanlara ilişkin birçok detayı belki insanın kendisinden daha iyi bilen ya da hatırlayan bir sisteme dönüştü. Örneğin yakın zaman da Covid-19 sürecinde Türkiye’deki insan hareketliliğini gösteren raporlar yayınladılar. Bütün detayları raporlarına yansıtmamış olsalarda, ülkemiz vatandaşlarının hangi gün, saat ve dakika da hangi parkta bahçede olduğuna kadar görebildikleri gördük. Bu anonimleştirilmiş bu raporu toplum yararına yayınladıklarını söyleyebiliriz. Peki bu denli veriye eriştiklerine şaşırdık mı? Hayır. Çok çok daha fazlasını bildiklerini biliyoruz. Burada Google örneğimi, herkesin gündelik hayatına girmiş bir misal olması sebebiyle veriyorum” diyerek teknolojideki tekelleşmeye örnek verdi.

OYUN DEĞİŞİYOR

Dr. Alper Özibilen son olarak şunları söyledi: “Kişisel ya da iş hayatımızda, hatta telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri altyapılarımızda kullanılan birçok cihaz verilerimizi topluyor. Birçok sosyal medya platformu ve mobil uygulama, servislerini ücretsiz verdikleri için bunu açıktan kullanıcı sözleşmelerine de yazıyor. Şirketlerimizde, kurum ve kuruluşlarımızda kullandığımız ve toplamda ülke olarak çok yüksek paralar ödediğimiz bir çok ürün de servis kalitesi, müşteri deneyimi veya birtakım güncellemler gerekçe gösterilerek açıktan veya gizlice verilerimizi toplamaya devam ediyor. Verilerimizin alınması, çalınması, farklı birçok amaç için kullanılması  şimdilik bir yana dursun. Birkaç ülke menşeli bu ürünlerin üreticilerinin, aynen de  dedikleri gibi, bunu ‘daha iyi ürün ve hizmetler üretmek’ için de yapıyorlar. Onlar bizlerin ve bize ait sistemlerin verilerini topladıkça ve bu verilere dayalı yeni ürünler ürettikçe, onların sahip olduğu teknolojik seviyeyi yakalama ve geçme adına, ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler aleyhine giderek hızlanan bir süreç işliyor. Biraz sert olduğunu ve bizler açısından moral bozuculuğunu kabul ediyorum ancak kara, deniz ve havadaki varlığımız, siber uzayda birkaç ülkenin belirleyicinliğinde  devam eden gelişmeler ile insalık tarihinde eşine nadir rastlanır bu süreçte riske girebilir. Öyle yüzyılları bulan bir zaman da yok. Önümüzdeki bir kaç on yıl için de mevcut ‘oyun’ bitecek ve kaçınılmaz olan yeni bir sürece girilecek. Biz teknolojinin geliştiğini ya da değiştiğini sanıyoruz, halbuki oyun değişiyor.” 

EN ÇOK OKUNANLAR