USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Sanat

04 Ekim 2016 15:34

Emeklilik projesini anlattı: Su Senfonisi

“Size neden nefes alıyorsunuz diye sormuyorum. Çünkü anlamsız bir soru… Sanatın içinde resim ve müzikle haşır neşir olmam, benim için nefes almamın bir parçası. Her biri benim için birer günlük” diyen Arkın Ilıcalı, nam-i diğer Mercan Dede, müzik ve görsel sanatlara yönelik çalışmalarıyla farklı bir ayna görevi üstleniyor. Resim çalışmalarına sesleri, müzik çalışmalarına ise gördüklerini yansıtan Mercan Dede ile bu dünyadan göçtükten 10 yıl sonra gönül dostlarıyla buluşacak olan Toprak albümü,

Emeklilik projesini anlattı: Su Senfonisi

 

DJ’likte Arkın Allen olarak 32 yılı, mercan dede olarak 20 yılı, görsel sanatlara yönelik çalışmaları açısından ise 22 yılı geride bırakan Arkın Ilıcalı’nın bugünkü sanatsal geçmişine yön veren en önemli anı, daha 5 yaşında küçücük bir çocukken, dolmuşta radyodan ilk kez duyduğu ney sesi olmuş. Aslen Bursalı olan Ilıcalı, yıllar sonra İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Fotoğrafçılık Bölümü’nde okumak için İstanbul’a gelmiş. Bir gün Maçka’da İTÜ Konservatuarı’nın önünden geçerken duyduğu ney sesiyle yeniden 5 yaşına dönen Ilıcalı, o gün bugündür kendisinde büyük bir tutku haline gelen bu müzik enstrümanının peşine düşmüş. Vezneciler’de yürürken, vitrinde gördüğü neyin ölçüsünü, gazete kağıdı ile alan ve deliklerin yerini belirleyen Ilıcalı, soluğu Üsküdar’daki bir hırdavatçıda almış. 25 kuruşa istediği boyutta gri bir plastik su borusu kestirmiş. Bir hayalin peşine düşen, bu hayale yürekten inanan ve önüne çıkan her engeli aşan arkın Ilıcalı, neyzen Ömer Erdoğdular’ın Kubbealtı Cemiyeti’nde her perşembe günü verdiği ücretsiz ney kursuna gitmiş. 3 hafta boyunca plastik su borusu formundaki neyi ile içeri girmeye çekinen Ilıcalı, 4’üncü kez gittiğinde kapı birden açılınca ister istemez içeri girmek zorunda kalmış. Ömer Erdoğdular’ın sahiplenici üslubu ve teşvik edici sözleri ile ney çalmaya daha da odaklanmış. Tasavvufun özünde yüreklendirmek olduğunu, zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, nefret ettirmek yerine sevdirmek olduğunu o gün çok daha iyi anlamış. Bugüne kadar Sufi Dreams, Journeys of a Dervish, Seyahatname 2001, Nar, Su, Nefes, Sufi Travellers, 800 ve son olarak dünya albümlerini piyasaya çıkaran arkın Ilıcalı, film müzikleri de yapıyor. Kingdom of Heaven ve Mel Gibson’ın The Passion of the Christ filmi, bu filmlerden yalnızca birkaçı… Geçtiğimiz mart ayında Vodafone Dijital Dönüşüm Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen Türkiye’nin ilk interaktif dijital senfonisinde de arkın Ilıcalı’nın önemli bir payı var.  Hem açılışta hem de kapanışta gerçekleştirilen dijital senfoninin tasarım danışmanlığını Arzu Kaprol, sanat yönetmenliğini Mercan Dede ve Ouchhh, hikâye anlatıcılığını ise Şebnem Ferah üstlendi. ‘Hayal Kurmaya Cüret Et’ temalı dijital senfoni, Borusan Quartet tarafından icra edildi. 20 Eylül’de 5’inci Uluslararası Klarnet Festivali kapsamında Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Türk halk müziği sanatçısı Zara ve Makedonya’nın ünlü trompetçisi Dzambo gusev ile sahne alan Mercan Dede’nin 5’inci sergisi ‘Büyülü Çarklar’ ise 4 Ekim-5 Kasım tarihleri arasında Ekavart Gallery’de sanatseverlerle buluşacak. Arkın Ilıcalı ile yeni hedefleri ve sanatsal projeleri hakkında konuştuk.

 

 

Bursa’dan İstanbul’a, İstanbul’dan da Kanada Montreal’e uzanan farklı bir yaşam öykünüz var. Sizi yurt dışına yönlendiren bu kariyer süreci nasıl şekillendi?

İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Fotoğrafçılık Bölümü’nde okuyordum. 1991’de Kanada’nın Saskatoon kentinde değişik ülkelerden sanatçıların davet edildiği bir sergi olacaktı. Ebru sanatına yönelik özel bir ilgim vardı. Bu ilgim de Nur Taviloğlu ile başlamıştı. Taviloğlu, İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde ebru dersleri vermişti ben de bu derslere katılmıştım. Zamanında ebru sanatının yaşayan en büyük ustalarından rahmetli Mustafa Düzgün’ün ebru teknesinin fotoğraflarını da çekmiştim. Bu sergide yer alan fotoğraflardan biri de buydu. Sergiye, University of Saskatchewan’ın Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Paul Hamilton da gelmişti. Fotoğrafımı görünce benimle özel olarak tanıştı. Ardından Türkiye’ye döndüm. Ama iletişimimiz kesilmedi. Beni tekrar aradılar. Kanada’ya gelip ebru çalışmalarımdan bahsetmemi istediler. Bana burs vereceklerdi. Benden istedikleri ise baskı bölümünde ders vermemdi. Kanada maceram işte böyle başladı. Kanada’da bir sergiye katıldım ve eğitim hayatım bambaşka bir yön kazandı. Kanada’da University of Saskatchewan’da Baskı Bölümü’nde lisans eğitimimi tamamladım. Ardından Montreal’deki Concordia Üniversitesi’nde baskı, resim ve multimedya olmak üzere 3 dalda master yaptım. Master bittikten sonra yine Concordia Üniversitesi’nde bu alanlarda 2 yıl öğretim üyesi olarak hizmet verdim.

 

Hem çok köklü ama bir o kadar da köksüz izlenimi veren bir döngüde ilerliyorsunuz. Yaşam tarzınızı, hayat felsefenizi ve sanat içindeki var olma amacınızı hangi ruh haliyle betimlemeyi tercih ediyorsunuz?

Aslında benim müzikle ilgili hiçbir eğitimim yok. Bu nedenle kendimi asla bir müzisyen olarak görmüyorum. Esas eğitimim güzel sanatlar üzerine... Kendi halinde, serseri ruhlu ve inandığı yolda büyük bir ısrarla yürümeye çalışan son derece sıradan bir insanım. Sanat ise kendimi keşfetme yolunda bir ayna işlevi görüyor. İlk albümüm Sufi Dreams ile başlayan müzik serüveni de aslında yaşantımın farklı bir yansımasıydı. Müzik ve görsel sanatlarla yapmaya çalıştığım şey aslında bir ayna yaratmak… Bu aynayı insanlara tuttuktan sonra aradan çekiliyorum. Size neden nefes alıyorsunuz diye sormuyorum. Çünkü anlamsız bir soru… Nefes almak, yaşamın bir parçası… Sanatın içinde resim ve müzikle haşır neşir olmam, benim için nefes almamın bir parçası. Her biri benim için birer günlük…

 

 

Akademik müzik yapmadığınızı, müziğinizi asla sınıflandırmadığınızı ve en önemlisi de gönül müziği yaptığınızı belirtiyorsunuz. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz?

Bana en çok sorulan sorulardan biri de müziklerimde hep bir tasavvuf duygusu olduğu… Oysa müziklerimde bir tasavvuf duygusu yok. Hayatımda ne varsa, eserlere de o ruh hali yansıyor. Sanatla ilgili sadece tek bir kaygım var. Bu kaygı; iyi ve güzel bir şey yaratmak ya da Doğu ile Batı’yı birleştirmek değil. Yaptığım her işin temelinde samimiyeti yansıtmak var. Sıfat ve tanımlamalar, mutsuz olmamızdaki en önemli sebep. Yaptığım müzik geleneksel müzik değil çünkü içinde elektronik müzik var. Caz değil ama cazdan elementler var. Bu nedenle müziğime yapılan yorumlara, tanımlara asla yanlış demem. Oturup tasavvuf müziği yapayım, ney olsun. Neyin altında elektronik müzik olsun diye bir kaygım da olmadı. İnsanların yaptığım müziği kulaklarıyla değil, gönülleriyle dinlemelerini arzu ediyorum. Müziğimi gönülleriyle dinleyenlerle de hemen farklı bir gönül bağı kuruluyor. Bu nedenle yaptığım müziğe de gönül müziği diyorum. Var olma halini 3 soruyla özetlemek mümkün. Neyim? Kimim? Niye buradayım? Dış dünya, iç dünyanın bir yansıması. Biz, bunu hep tasavvufi bir şey olarak gördük. Bu noktada ‘neyim?’ çok önemli bir soru. ‘kimim?’ ise kimlikle ilgili. Hepimiz birer kimliğiz. Sokakta gezerken, birileriyle sohbet ederken, yüzümüzde maskeler var. O maskelerin altındaki öz benliği bulmak benim için çok önemli. Müzik, resim, film gibi tüm çalışmalarım, bu amaca hizmet eden eylemler bütünü olarak öne çıkıyor. Resim yaparken; duyduğum şeyleri, müzik yaparken ise gördüğüm şeyleri yansıtmaya çalışıyorum. Yani benim için resim seslerin, müzik ise gördüklerimin yansıması. Bu nedenle çoğu kişi albümlerimin soundtrack gibi olduğunu söyler. Şimdi tüm bu süreçler birleşiyor. Son dönemde kısa filmler yapmaya başladım.

 

Kalbinizin sesini hep dinler misiniz?

Eylül ayında ABD’nin nevada eyaletinde Black Rock Çölü’nde gerçekleşen Burning Man Organizasyonundaydım. 70 bin kişi bir çölün ortasına geldi, muazzam bir şehir kuruldu. Sonunda her şey yakıldı. Hikâye aslında yapmak değil, o sürecin bir parçası olabilmekti. Esas hedef dışarıda değil içeridedir. İlla bir şeyleri birleştireceksek, benim için yukarısı ile aşağısını birleştirebilmek önemli. Eninde sonunda her şey kalbe ait... Elinizi kalbinize koyduğunuzda, çarpan bir kalbi hissediyorsunuz. İlk perküsyon budur. Ama kalbimize aslında hiç dokunmuyoruz. Kalbiniz çarptığı sürece, hayatta ne durumda olursanız olun, her zaman umut var demektir. Mevlana, “bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil” der. Ben, Mevlana’yı felsefi olarak algılamıyorum. Hayatın içerisinde var olan kalp atışı kadar gerçek çünkü.

 

Müziğin yanı sıra farklı sergilerinizle de öne çıkıyorsunuz. Hatta 5’inci serginiz, ‘büyülü çarklar’ 4 Ekim-5 Kasım tarihleri arasında Ekavart Gallery’de sanatseverlerle buluşacak. Bu serginizin konseptinden bahsedebilir misiniz?

2011’de ilk kişisel sergim Ekavart Gallery’de sergilenen ‘Aşıklar Kabilesi’ydi. Bu sergiyi daha sonra Borusan Müzik Evi’nde Carlito Dalceggio ile gerçekleştirdiğim Revolution/Revelation sergisi takip etti. ‘Kadim Zaman Makinesi’ 2014’te sanatseverlerle buluştu. Yine Carlito Dalceggio ile Kanada Montreal’de ‘Mystic Supermarket’ adlı bir çalışmamız oldu. Son sergim olan ‘Büyülü Çarklar’ın Konsepti, adı üstünde çarklar… Feleğin çarkı gibi sürekli bir dönme, sürekli bir hareket. Büyülü Çarklar’ın ilk eserini Burning Man’de sergiledim. Orada büyük bir duvar var. Bu duvar için yaklaşık 62 sanatçı çölde bir araya geliyor. Buradaki eserin altında tek bir yazı vardı. Mevlana’nın sözüydü bu. “eğer yüzünü güneşe dönersen, gün ışığı olursun.” Büyülü Çarklar’ın Hikâyesi de aslında gün ışığı ile başladı. Sergide 16 büyük ve 16 küçük eser var. Her biri kendi içerisinde farklı bir mesaj taşıyor. Bu sergi 2 yılımı aldı. Ses dalgası, renk dalgası gibi konularda çalıştım. Her sesin olduğu gibi her rengin de farklı bir dalga boyutu var. O çarkların her birinde, hayatın farklı bir boyutu var. Kimisi zaman çarkı, kimisi kader çarkı, kimisi de gönül çarkı…

 

Önümüzdeki döneme yönelik yeni projeleriniz neler?

Burning Man’de 10 saatlik bir DJ set yapmıştım. Şimdi Youtube’a koymak üzere 1 saatlik Burning Man görüntülerini ve müziklerini içeren bir film yapmayı planlıyorum. Ekim ya da Kasım ayına kadar bu fikrimi hayata geçirmiş olacağım. Yolda bekleyen birkaç film müziği var. 3 senedir turneler yapıyoruz. 2017 başında Avustralya turnesini gerçekleştireceğim. 4-5 yıldır üzerinde çalıştığım 2 farklı kitap projem var. Bu iki kitap projesini 2017 içerisinde toparlamak istiyorum. İlk kitap kapılar üzerine… Ben hep kapı fotoğrafları çekiyorum. Kapılar, biziz aslında… Kapılar ve insanlar arasındaki ilişkileri anlatan bir çalışma olacak. Diğeri ise biraz daha otobiyografi gibi. 20 yılda anlatılması gerçekten farklı dünyalara tanık oldum. Bu dünyaları hem görsel hem de kurgu olarak bir araya getirmeye çalışıyorum.

EN ÇOK OKUNANLAR