Meral Erdoğan / meral.erdogan@platinonline.com
Bu kadar uzmanı bir araya getiren, bilimsel sunumlar yaptıran Alalah, günümüzdeki adıyla Açana Höyüğü, Arkeoloji literatüründe özellikle Orta Tunç ve Geç Tunç Çağı’na (M.Ö 2200-1300) tarihlenen sarayları, mimari kalıntıları, mühürleri ve çeşitli küçük buluntularının yanı sıra tablet arşivlerinde bulunan ve bugün Hatay Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 500'ü aşkın sayıda Hititçe, Luvice, Sümerce ve Akadça tabletleri ile önemli kazı alanlarından biri. Alalah, Antakya’nın kuzeydoğusunda, Asi Irmağı'nın kıyısında, Reyhanlı İlçesi’nin 18 km batı-güneydoğusunda konumlanmış. Antakya-Reyhanlı yolunun yakınında, Asi Nehri’ne yaklaşık 500 metre uzakta olan höyük, 9 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 22 hektar genişliğinde bir alana yayılmış antik bir kent. Höyükte yapılan kazılarda 17 kültür katı keşfedilmiş. En alttaki XVII. katın, M.Ö 3400-3100 tarihleri arasındaki Kalkolitik Çağ’a ait olduğu saptanmış. Höyükteki kazıların da ilginç bir geçmişi var. Irak’tan Suriye’ye uzanan bu bölgede, 20'nci yüzyılın ilk yarısında batılı arkeologlar çok yoğun faaliyetlerde bulunuyor. Bu dönemin en önemli arkeologlarından, özellikle Kargamış ve Irak’taki arkeolojik keşifleriyle tanınan Leonard Woolley, Amerikalı bir arkeolog grubunu ziyaret amacıyla bölgeye geliyor. Amerikalı grup o dönemde bölgenin merkezini araştırıyor ve hep daha büyük höyükleri inceliyorlar. Woolley, izin alarak kıyıda köşede kalmış Açana Höyüğü'ne bir göz atmak istiyor. Höyüğe girer girmez karşılaştığı materyallerden buranın göründüğünden çok daha önemli ve muhtemelen de bölgenin merkezi olduğunu fark ediyor. O zamanlar Hatay henüz Türkiye’ye katılmamış ve Fransız Mandası altında. Doğruca Fransız yetkililere giderek bu höyükte kendisi için çalışma izni alıyor ve en önemli keşiflerinden birini yapmış oluyor. Leonard Woolley, kazılarına İkinci Dünya Savaşı’na kadar, 1936-39 yıllarında devam ediyor. Savaş sebebiyle ara verilen kazılar 1946’da tekrar başlıyor ve 1949’da son buluyor. Bu dönemde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan buluntular, İngiltere British Müzesi, Oxford Ashmolean Müzesi, Londra Şehir Üniversitesi (University College London) ve Hatay Arkeoloji Müzesi arasında dönemin şartnameleri ve koşulları gereğince paylaşılıyor ve Alalah buluntuları o dönemden bugüne kadar yüzlerce bilimsel makale, müze yayını ve kitapta konu ediliyor. 1949’dan sonra Amik Ovası’nda arkeolojik çalışmalar ancak 1995’te, Alalah’ta ise 2000 senesinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile Prof. Dr. K. Aslıhan Yener’in başkanlığında tekrar başlatılıyor. Amik Ovası Bölgesel Projesi kapsamında bölgede 500’ü aşkın höyük tespit edilmiş veya tekrar incelenmiş durumda. Alalah kentinde yapılan kazılarda ise, bölgenin materyal kültürüne ait son derece önemli seramik, tablet, mühür, metal ve cam buluntular Hatay Arkeoloji Müzesi envanterine kazandırılmış. Bu çalışmaları bütünleyici olarak ovada jeoloji, jeoarkeoloji, arkeobotani, arkeozooloji, arkeometri ve paleoiklim gibi disiplinler arası çalışmalar, her sene bölgeye gelen 40’ı aşkın uzman tarafından detaylı olarak sürdürülüyor.
Woolley ve Çalışmaları
Kazıların ilk dönemine dönersek; Leonard Woolley, Açana Höyüğü’nde 1930’larda ve 40’larda yaptığı kazılarında 18 yerleşim katına sahip bir kentin varlığını ortaya çıkarmış. Höyüğün, XVII. Tabaka ile VIII. Tabaka arasındaki yerleşim katları erken Orta Tunç Çağı’na ait bağımsız mimari kalıntılar gösteriyor ancak özellikle VII. Tabaka ile 0. Tabaka arasında ise kentsel özellikler barındıran büyük mimari yapıların yer aldığı ana yerleşim katları yer alıyor. Kazılar, olağanüstü mimari anıtların ve farklı bölgelerden gelen ithal buluntuların yanı sıra Akadca ve Hurrice yazılmış yaklaşık 550 tabletten oluşan geniş bir kraliyet arşivinin varlığını da ortaya çıkarmış durumda. Adı çivi yazılı tabletlerde Alalah olarak geçen kent, Amik Ovası’nı içine alan Mukiş Bölgesi’nin yönetim merkezi (başkenti) olarak, yaklaşık M.Ö 19 ve 18'inci yüzyıldan M.Ö 12'nci yüzyıl ortalarına kadar varlığını sürdürmüş. Alalah’ın mimarisini yansıtan kalıntılar saray, tapınaklar, özel konutlar, anıtsal kapı ve şehir savunma surlarından oluşuyor. Alalah’ta kentsel yerleşim gerçek anlamıyla VII. Tabaka olarak tanımlanan (M.Ö 19/18'inci yüzyıl-16'ncı yüzyıl arası) başlamakta. VI. ve V. Tabakalar ise 1575-1460 yılları arasına yerleştiriliyor ve bu döneme ait yazılı belge ele geçmediği için karanlık tabaka olarak niteleniyor. IV. Tabaka Hurri Mitannilerin yönetime geldiği M.Ö 15-14. yüzyıla denk geliyor. Alalah’taki III.-I. Tabakalar, M.Ö 14. yüzyıl ortalarından M.Ö 13'üncü yüzyıl sonlarına ve/veya M.Ö 12'nci yüzyılı kapsayan süreçte kentin Hitit yönetimi altında olduğunu gösteriyor. Bu dönemde Alalah kale kent kimliğini taşıyor. Kentin son iki yüzyıldaki inşa faaliyetleri Hitit kültürel etkisi altında devam etmiş. M.Ö 13'üncü yüzyıl ve/veya M.Ö 12'nci yüzyıl başlarına yerleştirilen son yerleşim evresi bölgesel bir yıkıma maruz kalındığını ve yerleşimin sonlandığını gösteriyor. En üstte yer alan Tabaka 0 da kısa süreli bir yerleşime ait anıtsal bir kule inşası görülmekte ise de bu son yerleşimden kısa süre sonra M.Ö 12'nci yüzyıl sonlarında yerleşim sonlanıyor.
Ziraat, Ticaret ve Sanat
Kentin konumu bölgesel merkez olmasını açıklıyor. Bir yandan verimli Amik Ovası’nın yanıbaşında olması dolayısıyla tarımsal üretimi kontrol altına alırken diğer yandan da dönemin liman yerleşimi Sabuniye’yle olan bağlantısı da bir liman kenti özelliği veriyor. Alalah, dönemin büyük güçleri olan, Hitit (Anadolu), Mısır, Doğu Akdeniz ve, Suriye’nin kesişme noktasındadır. Dolayısıyla bütün bu kültürlerle etkileşime girmiş ve bölgesel ve yarı özerk bir merkez olarak 800 yıl önemini korumayı bilmiştir. Alalah’ta ticaret kentin varlığı boyunca her zaman en önemli faaliyet olmuş. Özellikle Toroslar'daki madenlerin kontrolü ve ihracatı Alalah üzerinden yapılmış ve M.Ö 2000'lerden başlayarak gümüş önemli bir değiş tokuş aracı olarak kullanılmış. Ayrıca zeytinyağı ve şarap da önemli ticaret metaları olarak göze çarpıyor. Alalah’taki buluntuların en önemlilerinden VII Tabaka Saray’da L. Woolley tarafından bulunan 1.6 metrelik fildişleri ve fildişi işleme atölyeleri kentin üretim ve teknolojide de çağının önemli merkezlerinden biri olduğunu göstermekte.
Bu sarayın duvarlarındaki freskler Minos uslubuna ait görünüyor. Özellikle Ege Denizi’ndeki Santorini Adası’nda bulunan Akrotini Kenti freskleriyle ortak özellikleri bu çağdaki bu kadar uzak mesafelerde bile kültürel etkileşimin ne kadar yaygın olduğunu kanıtlıyor. 20'nci yüzyılın ikinci yarısına kadar batı merkezli bilim ve arkeoloji bu etkileşimin batıdan doğuya doğru olduğu iddiasındaydı. Bugünse bu konularda kimse o kadar iddialı olamıyor. Alalah’taki araştırmaların en önemli temalarından birini de bu konu oluşturuyor. Alalah’ın bu dönemi Hitit Kralı I. Hattuşili’nin Kuzey Suriye seferleriyle son buluyor. Alalah, yarı-özerk bir biçimde bağlı bulunduğu Yamhad Krallığı’yla birlikte yakılıp yıkılıyor. Kentin yeniden kurulduğu VI. ve V. tabakalarda anıtsal mimariye rastlamıyoruz ve özellikle Kıbrıs kökenli ithal malların yaygın şekilde kullanımda olduğu gözleniyor.
Mİtanni'ye Tabiyet
M. Ö 15'inci yüzyılla (IV. Tabaka’ya denk geliyor) birlikte Alalah’ta tekrar parlak bir devir başlıyor. Bu dönemde Hurri kökenli halkla oluşturulan Mitanni İmparatorluğu, Alalah’ın sürgündeki kralı İdrimi’yle anlaşarak bölgeyi İmparatorluğun batı sınırları olarak belirliyor. Alalah’ın en ünlü kralı olan İdrimi ülkesine parlak bir devir yaşatıyor. Bu dönemle ilgili olarak bulunan yazılı belgelerle Alalah’taki toplumsal sınıflara dair de bilgilere ulaşılmış durumda. Kralın ardından gelen ve 'Maryanni' olarak tanımlanan askeri soylu sınıf aynı zamanda ticaretle de ilgileniyordu. Diğer sınıflarsa rahipler, tüccarlar, zanaatkarlar ve köylülerden oluşmaktaydı. Yine ulaşılan yazılı kaynaklara göre sınıflararası geçişkenlik de bir dereceye kadar mümkün olabiliyordu. Bu konuda ailesiyle birlikte soylu sınıfına dahil olmak isteyen Kabiya isminde Alalahlı bir zanaatkardan bahseden tabletler bulunmuş durumda. Soyluların evlerinde bulunan ithal mallar bu sınıfların etkinliğini gösteriyor. Aynı zamanda daha yaygın olarak bulunan ithal malların yerli kopyaları da eşitlikçi ve hoşgörülü bir kültüre işaret ediyor. Son dönem kazılarda bulunan cam atölyeleri ve cam cüruflarıyla dolu fırınlar kentin cam eser üretiminde de etkin bir konumda olduğunu gösteriyor. Yine yeni dönem kazılarda bulunan binlerce boncuk da kentte boncuk üretiminin önemini ortaya koyuyor. Firit, cam, taş, fayans, deniz kabuğu vb. malzemelerden üretilmiş olan bu boncuklar kentin ticaret faaliyetinde önemli bir kalem olduğunu düşündürüyor.
Sonun başlangıcı
Hitit ve Mısır gibi dönemin en büyük iki gücünün arasında kalan Mukiş ve Alalah M.Ö 14'üncü yüzyılda Hitit egemenliği altına giriyor. Ancak bu durum kentin ticari faaliyetlerinde bir gerileme yaratmamış. Kent özellikle Doğu Akdeniz üzerinden Miken kültürüyle etkileşimini devam ettirmiş. Hititlerin Mısır üzerine yaptıkları seferler sonucu Mısır’dan gelen ve bütün Hitit Ülkesi'ni kasıp kavuran bir salgın Alalah için de sonun başlangıcı oluyor. Bu salgında Hitit krallarının art arda ölmesi ülkede büyük karışıklıklara ve sonu gelmez isyanlara sebep oluyor. Kesin bir kaynak bulunmamakla birlikte uzmanlar, Alalah’ın da muhtemel bir isyan sonrası boşaltıldığı ve halkının tehcir ettirildiğini düşünüyorlar.
İdrimi Heykeli’nin İngiltere’ye gidişi
İdrimi Heykeli tapınak kazısında bulunuyor. Oturur durumdaki figür Kralın, Mitanni İmparatorluğu’nun bir vassalı olarak yaşamını, bir isyan sonucu Fırat yakınlarındaki Emar’a kaçışını, Alalah’a dönüp tekrar tahtını almasını ve burayı nasıl yönettiğini anlatan çiviyazısıyla yazılmış bir metinle kaplı. Bu sıradışı obje Britanya Dışişleri Bakanlığı, (o dönem bağımsız olan) Hatay Hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri arasında tartışma konusu oluyor. Fransız Mandası arkeolojik eserlerin paylaşımıyla ilgili bazı kurallar belirlemiştir. Buna göre kazı başkanı bütün buluntuları eşit olarak ikiye bölecek, Tarihi Eserler Müdürlüğü de bu iki gruptan birini kalması için seçecek, diğer grubu da kazıyı yapan grubun ülkesine gönderecektir. Ancak istisnai önemdeki buluntular ise ülkede kalacaktı. Bağımsız Hatay Hükümeti bu kurala başvurarak 1939 baharında bu hakkını İdrimi Heykeli için kullanmaya karar vermişti. Leonard Woolley ise bu kuralın o güne dek hiç işletilmediğini savunarak bu duruma karşı çıkmış ve Tarihi Eserler Müdürü'nü de ikna etmişti. Fakat Hatay Bakanlar Kurulu bu kararı geçersiz saydı. Woolley ise bu duruma itiraz ederek 'hiçbir batılı kurumun bu koşullarda burada çalışmayacağını' öne sürmüş ancak Bakanlar Kurulu kararında ısrar etmiştir. Bunun üzerine araya Britanya Türkiye Büyükelçisi Sir Hughe Montgomery ve Hatay Türkiye Büyükelçisi Cevat Açıkalın girmiş ve Hatay Hükümeti’ni İdrimi Heykeli'ni British Museum’a devretmek konusunda ikna etmiştir.