USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%
Acar  Baltaş

YAZARLAR

1.10.2018 22:24:00

Eğitim yılı başlarken

Aileler kendi değerlerini çocuklarının başarısıyla ölçüyor ve hedeflerini, çocuklarının potansiyelini aşacak bir biçimde yüksek tutuyor. Bunun sonucunda kendilerinin de bu mücadelenin bir parçası olmaları gerektiğine inanıyorlar

İki kuşak öncesine kadar anne ve babalarının büyük çoğunluğu ‘çocuklarını nasıl başarılı yapabilecekleri’ konusunda kitaplar okumadan, görüşleri birbirleriyle çelişen uzmanlara kulak kesilmeden sağlıklı çocuklar yetiştirdiler. Buna karşılık günümüzde ebeveynler her yönden akan ‘iyi ebeveynlik’ konusunda bilgi bombardımanı altında kalırken, çocukları da evin içinde ve dışında uyaran yağmuru altında yaşıyor ve bu durum çocuk yetiştirmeyi olması gerektiğinden daha fazla karmaşıklaştırıyor. Bunun sonucunda ebeveynler yanlış yapmamak adına çocukların hayatına çok fazla karışıyorlar. Çocuklarının başarılı olamayacağı korkusu, onlara duyulan sevgi ile birleşip, hayat karşısında güçlenmelerini engelleyecek müdahalelere yol açıyor. Ebeveynlerin hayatlarını bütünüyle çocuklarına adamaları, kendi hayatlarından vazgeçmeleri, birbirlerini ve ilişkilerini ihmal etmeleri sonucunu doğuruyor. Annelerin birçoğu iyi anneliğin sembolü olmak için birey kimliğinden vazgeçiyor. Aileler kendi değerlerini çocuklarının başarısıyla ölçüyor ve hedeflerini çocuklarının potansiyelini aşacak bir biçimde yüksek tutuyorlar. Bunun sonucunda da kendilerinin de bu mücadelenin bir parçası olmaları gerektiğine inanıyorlar. Bu da çocukların sorumluluklarını üstlenmek, arkadaş ve öğretmenleriyle yaşadıkları sorunları onlar adına çözme girişimlerini de beraberinde getiriyor. Bu tutum nihayetinde en büyük zararı çocuğa veriyor ve onun hayat karşısında en çok ihtiyaç duyacağı yeterlilik duygusunu geliştirmesini engelliyor. 

AİLENİN HAYATINA DEĞİL, REFAHINA ORTAK ÇOCUKLAR

Sadece üst gelir grubundaki aileler değil, orta ve onlara özenen alt orta gelir düzeyindeki aileler de imkanlarını en üst düzeyde zorlayarak çocuklarına her türlü fırsatı sunmayı birinci derecede görevleri sayıyor. Oysa çocukların hayatını ileri derecede kolaylaştırmak, onların sorumluluk alanında olan görevlerin hepsinin ebeveynler veya evdeki yardımcılar tarafından yapılması çocukları hayat karşısında güçsüz ve beceriksiz bırakmak sonucunu doğuruyor. Üst gelir grubunda çocukların evde devamlı kalan bakıcılar tarafından büyütülmesi moda oldu. Böyle büyüyen çocukların üç yaşından itibaren bir talepleri olduğunda ağlama sesi çıkarmaları yeterli oluyor. Kentte yaşayan ve evlerinde bakıcı olmayan çocuklar mutlaka kendi işlerini yapar, erken yaşta yemeklerini yemeyi, önce oyuncaklarını sonra da odalarını toplamayı öğrenir, su istiyorlarsa mutfağa gider ve ihtiyaçlarını giderir. Sofranın kurulmasına ve kaldırılmasına katılır ve daha birçok zevk vermeyen gündelik işin yapılmasını büyükleriyle paylaşırlar. Bu görevleri üstlenmek çocuklara hayat için en gerekli özellik olan sorumluluk duygusunu kazandırır. Sorumluluk duygusu kişinin kendisine yetmesinin ve kendine güven duymasının temelini oluşturur. Uzmanlar tarafından çocuklarına ‘tek, biricik ve harika’ olduklarını söylemeleri gerektiğine inandırılan anne ve babalar tarafından yetiştirilen çocukların kendileri de, ‘her şey olabileceklerine ve her şeye hakları olduğuna’ inanıyorlar. Beklentileri bu ölçüde yükselmiş olan bu çocuklar iş hayatına girdiklerinde, yöneticilerinin kendilerini neden zorladıklarını anlamakta güçlük çekiyorlar. Yükselmenin çalışarak ve mücadele ederek, sınırlarını zorlayarak, keyif ve haz veren şeylerden vazgeçerek olabileceğini kabul etmek istemiyor ve hayata karşı acı ve eleştirel bir tutum geliştiriyorlar. Kendileri gibi, ‘tek, biricik ve harika’ olduğuna inandırılmış bir insanla evlendiklerinde, uyum göstermeleri gerektiği gerçeğini kavramakta zorluk çekiyorlar. Bu nedenle birçok evlilik duygusal ve cinsel çekim bitince ayrılıkla sonuçlanıyor.

DİSİPLİN

Disiplin çoğunlukla inanıldığı gibi baskı ve zorlama değil tutarlılıktır. Bu da her gün düzenli olarak yapılan küçük şeyler sonucu kazanılır. İnsanları hayatta başarıya götüren de her gün düzenli olarak yaptıkları küçük şeylerdir. Bunların hepsinin kişiye haz duygusu vermesi beklenmez. Çünkü dünyada hiç kimse gününün tamamını kendine haz verecek etkinliklerle geçirmez. Çocuk yaştan başlayarak angarya gibi gözüken işler insana alçak gönüllülük ve çalışma ahlakı, sorumluluk ve disiplin kazandırır. Bugün birçok özel okulda anneler kurdukları özel WhatsApp gruplarıyla çocukların ödevlerini izliyor, öğretmen davranışlarını denetliyor ve çocuklarının beyanlarından yola çıkarak uygun bulmadıkları durumlarda öğretmenlere müdahale etme hakkını kendilerinde buluyor. Anneler bir anlamda hizmet sektöründeki ‘müşteri merkezli’ anlayışı okullardan talep ediyor. 

KELİMELER DUYGULARIMIZIN ÖZÜNÜ YANSITIR

Özellikle iyi eğitimli anneler rollerini üniversite eğitimlerinde veya iş hayatındaki rolleriyle özdeşleştiriyorlar. Onların başarısını veya başarısızlığını kendi performanslarının ve hatta öz değerlerinin bir yansıması olarak algılıyorlar. Bu algıyı kolaylıkla kullandıkları dilde görmek mümkün. Hayatın daha ilk yıllarından başlayarak ‘yemeğimizi yedik’, ‘dişlerimizi fırçaladık’, sonraki yıllarda ‘ödevimizi yaptık’, ‘bu hafta sonu piyano dersimiz var’, ‘bu sene sınav senemiz’… Bunlara eklenen ve son iki kuşaktır norm haline gelen çocuğa ‘anneciğim’, ‘babacığım’ diye hitap etmek, bunun büyükanneler tarafından da benimsenip ‘anneanneciğim’, ‘babaanneciğim’ hitaplarına eklenmesi çocuğun bağımsız bir kişilik geliştirmesine katkı sağlamıyor. Ancak daha tehlikelisi annelerin erkek çocuklarına, babaların da kız çocuklarına ‘aşkım ve sevgilim’ şeklinde seslenmeleridir. Bu hitapların arkasındaki patolojiyi ve bunun doğuracağı sonuçları öngörmek için ise Freudyen psikolojide derin bilgiye ihtiyaç yoktur. 

ÖZYETERLİLİK NEREDE?

Bir ailenin çocuğuna kazandırması gereken en temel özellik yeterlilik duygusudur. Özyeterlilik bir işi başarmak veya bir sorunla başa çıkmak için kişinin kendi becerilerine duyduğu inançtır. Özyeterliliğe sahip bir kişi sorunla başa çıkamadığı veya başarısız olduğu durumda vazgeçmez, geri çekilmez ve farklı bir yoldan tekrar denemek için girişimde bulunur. Hayatı kendi ebeveynleri tarafından aşırı kolaylaştırılmış ve her aşamada karşılaştığı sorunlar onlar tarafından çözülmüş olan çocuklar yetişkin olduklarında öz yeterlilik geliştiremezler. Çünkü onlar gündelik basit sorunlarının da başkaları tarafından çözülmesine alışık oldukları için, birilerinin onlar adına sorunları çözmesini bekler, bu olmadığında da öfkelenir ve haksızlığa uğradıkları duygusunu yaşarlar. Günümüzde çağdaş kurumların işe insan alırken aradıkları özellikler öz yeterlilik ve yılmazlık, merak ve başkalarıyla işbirliği yapacak şekilde sosyal becerilere sahip olmaktır. Bu özellikler önemli ölçüde çocukluk ve ergenlik yıllarında kazanılır. Çocukluğu döneminde sürekli övülen, her yaptığı ‘aferin, bravo’ veya alkışla ve takdirle karşılanan, oynadığı bütün oyunları, yaptığı tüm yarışları kazanarak büyüyen bir çocuğun yetişkinliğinde işbirliği ve ekip çalışması yapması, önüne çıkan engelleri aşmak için mücadele etmesi, karşılaştığı haksızlıklara uygun şekilde karşı çıkması kolay değildir.  Bir ergenin 14 yaşından başlayarak yaz aylarında çalışması ona hayatta başarılı olmak için gerekli olan temel yaşam becerilerini kazandırır. Böyle bir etkinliğin yararlarını sayarken ilk akla gelen ‘paranın kıymetini bilmek/anlamak’ gerçekte çok az önemlidir. Yaz aylarında çalışmak en başta sorumluluk duygusu geliştirir, karar alma becerisi kazandırır, başka insanlar üzerinde bıraktığı izlenimle ilgili farkındalık kazandırır, emir alan veya hizmet etme sorumluluğu üstlenen insanların yaşadıkları duyguyu anlamasını sağlar, sorun çözme becerisini geliştirir, yetişkin dilini konuşmayı öğretir ve kararlarını sonuçlarıyla karşılaştırır. Hayatın erken döneminde hangi işe veya alana yatkın olduğunu veya olmadığını anlama, benzemek isteyeceği veya istemeyeceği kişileri tanıma fırsatı verir.

SONUÇ 

Bu özellikleri kazandırmak için gerçekte süper anne ve baba olmaya ve çocuğun her ihtiyacı olduğu anda yanında bulunmaya ihtiyaç yoktur. Bunun için çocukları çok fazla korumamak, fazla müdahalede bulunmamak ve ellerini bırakmak yeterlidir. Tüm ihtiyaçları istediği anda veya hatta daha istemeden karşılanan çocuklar yaşamın doğal zorluklarıyla bile mücadele etmekte yetersiz kalır, sağlıklı bir beraberliği yürütmekte zorlanır, kendi çocuklarının doğal taleplerine karşı sabırsızlık gösterir ve hiçbir zaman iyi yönetici veya patron olamazlar.

DİĞER YAZILARI