Dünya tarımı tarihi bir kırılma noktasında. Artan nüfus, iklim değişikliği, toprakların verim kaybı ve geleneksel yöntemlerle sürdürülemeyen üretim süreçleri, gözleri tarımın en yüksek katma değerli alanlarından biri olan biyoteknolojiye çevirdi. Biyolojik bilimlerin tarımda uygulanması son yıllarda giderek daha belirgin hale geldi. Genetik mühendislikten mikrobiyal gübre geliştirmeye, tohum optimizasyonundan bitki temelli protein üretimine kadar uzanan bu dev ekosistem, tarımın çehresini bilimle dönüştürüyor. Birleşmiş Milletler'e göre 2050'de gıda üretiminin en az yüzde 60 artması gerekiyor. Ancak tarım arazilerinin genişlemesi mümkün değil. Bu açığı kapatmak için çözüm, toprakta değil laboratuvarda aranıyor. İşte bu noktada biyoteknoloji girişimleri devreye giriyor. Dimension Market Research'e göre Tarım Biyoteknolojisi Pazarı büyüklüğünün 2033'e kadar 287 milyar ABD dolarına ulaşması bekleniyor. Bu büyümenin yıllık yüzde 6,9'luk bir bileşik yıllık büyüme oranına (CAGR) işaret ettiği belirtiliyor.
TARIMSAL İYİLEŞTİRMENİN BİLİMSEL ALTYAPISI
Tarımsal biyoteknoloji; canlı organizmaları, özellikle bitkileri ve hayvanları, tarımsal üretim için dönüştürmek için bilimsel yöntemlerin ve araçların kullanılması anlamına geliyor ve genetik, moleküler biyoloji, genomik ve biyoenformatik gibi çok sayıda farklı alanı bir araya getirerek, istenen özelliklere sahip mahsuller ve hayvanlar geliştiriyor. Bu özellikler arasında üretimde artış, besin değerinde iyileşme, zararlılara ve hastalıklara karşı direnç, kuraklık veya tuzluluk gibi çevresel zorluklara karşı tolerans ve hasat sonrası daha iyi özellikler yer alabiliyor. Dünya genelinde ABD, İsrail, Hollanda ve Hindistan gibi ülkeler bu alanda öncü olurken; Türkiye'de de son yıllarda dikkat çeken girişimler ön plana çıkıyor. Genetiği düzenlenmiş tohumlar, azot bağlayıcı mikrobiyal gübreler, hastalıklara karşı dirençli ürünler geliştiren yerli start-up'lar, tarımda sürdürülebilirliğin bilimsel altyapısını kuruyor. Bu girişimler sadece üretimi artırmakla kalmıyor; aynı zamanda su kullanımını azaltıyor, kimyasal bağımlılığı ortadan kaldırıyor ve karbon ayak izini düşürüyor. Tarım artık sadece çiftçinin değil, genetikçilerin, biyologların, yazılım mühendislerinin ve yatırımcıların ortak sahası haline geliyor.
DÜNYADA YATIRIM VE KAMU DESTEKLERİ
Araştırma şirketi AgFunder'a göre ABD'de tarımsal araştırmalara yapılan kamu yatırımları, 2002 yılından bu yana yaklaşık 2 milyar dolar azaldı. Bu durum, Çin ve Brezilya gibi ülkelerin artan yatırımları karşısında ABD'nin rekabet gücünü ise bir nebze de olsa zayıflatmış görünüyor. Avustralya, 2023 yılında tarım teknolojisi sektörüne 253 milyon dolar yatırım aldı. Bu yatırımlar, iklim değişikliğiyle mücadele ve verimlilik artışı gibi hedeflerle yapıldı. Genetik mühendislik ve CRISPR teknolojileri, tarımsal biyoteknoloji yatırımlarının önemli alanlar. Bu teknolojiler, verimlilik artışı ve iklim değişikliğine uyum sağlama gibi hedeflerle kullanılıyor. Biyolojik gübreler ve biyopestisitler gibi mikrobiyal ürünler, sürdürülebilir tarım uygulamalarında önemli bir yer tutuyor. Bu ürünler, kimyasal gübre ve pestisit kullanımını azaltarak çevresel etkileri minimize ediyor. BASF, Bayer, Corteva ve Syngenta gibi büyük şirketler, tarımsal biyoteknoloji alanında önemli yatırımlar yapıyor. Bu şirketler de genetik mühendislik, biyopestisitler ve biyolojik gübreler gibi alanlarda faaliyet gösteriyor. Küresel yatırımcılar, tarımsal biyoteknolojiye olan ilgilerini artırarak, bu alandaki yenilikçi çözümleri destekliyor.