USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Dergi

13 Şubat 2021 13:37

Asya’dan doğrudan yatırım çekebilmenin sırrı, 'Brain Devrimi’ odaklı ihracat

Piri Reis Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu "Türkiye’nin ihracat odağı 'Yeniden Asya’ perspektifinde şekilleniyor olsa da öncelikli amacımız, yüksek teknolojili sofistike ürünlerin parçalarını üretmek ve doğrudan yabancı yatırımı Türkiye’ye çekmek olmalı" diyor.

Asya’dan doğrudan yatırım çekebilmenin sırrı, 'Brain Devrimi’ odaklı ihracat

Asya denildiğinde akla gelen Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi… Satın alma gücü paritesine göre de birinci ekonomi olmuş durumda…  Nominal değer olarak da önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde Amerika’yı geçerek birinci ekonomi olma olasılığı çok yüksek. Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği ise 10 ülke, 650 milyon nüfus ve 3 trilyon dolara yaklaşan dev bir pazar. Bu açıdan bakıldığında Çin ve çevresi dünyanın en önemli merkezlerinden biri olma yolunda ilerliyor. Türkiye; ihracat ekseninde temelde yakın bölgelere ve belli ürün gruplarına odaklanıyor. Ağırlıklı olarak Avrupa, Orta Doğu, kısmen Orta Asya, Afrika ve Kuzey Afrika bölgelerine ihracat yapılıyor. Bu ihracatta ileri teknoloji ürün gruplarının payı ise düşük. Türkiye’nin dış açığını daha sürdürülebilir boyutta ilerletebilmesi, cari açık yerine cari fazlaya ulaşabilmesi için ihracat kaleminde hem menzil hem de ürün bazında bir değişim yaşanmalı. Daha uzak menzile ulaşabilmeliyiz. Bu anlamda Kanada’dan Japonya’ya, Avustralya’dan Brezilya’ya kadar çok geniş bir skala var. Türkiye’nin stratejisi, bu açıdan tümden menzil artırma yönünde olmalı. Fakat önümüzdeki dönemde, ekonomik aktivitenin en yoğun olacağı bölgeler; Asya ve Afrika olarak öne çıkıyor. Gelecek 80 yılda, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 70-80’lik kısmı Asya ve Afrika’da yaşayacak. Ekonomik büyüklük olarak Asya; Çin’in, Japonya’nın, Güney Kore’nin ve o bölgedeki ülkelerin varlığıyla daha da büyük bir ekonomik güce dönüşecek. Bu nedenle Türkiye’nin menzil seçiminde Asya, öncelik verilmesi gereken bölgelerin başında geliyor. Türkiye; menzili artırmak istiyorsa, her yere aynı hızda gidemeyeceğine göre enerjisini daha hızlı büyümeye aday olan Asya’ya yönlendirmeli.

Deniz ve demir yolu entegrasyonu sağlanmalı

Pandemi dönemi Asya'daki ticaret yollarını, tedarik zinciri merkezlerini değiştiriyor. Türkiye’nin de bu süreci iyi okuması, arzu edilen hedeflere ulaşabilmek için atılması gereken adımları planlaması gerekiyor. ‘Tek Kuşak, Tek Yol Projesi’ buradaki en kritik mesele… Eninde sonunda bu proje hayata geçecek. Deniz yolu, kara yolu ya da demir yolu olması fark etmeksizin; Türkiye’nin bu süreçten alacağı pay ne kadar çok olursa, o kadar kârlı çıkarız. Türkiye, İpek Yolu’nun bir parçası olmalı. Bu yol, Avrupa’ya ulaşmaya çalışıyor. Türkiye de sürecin parçası olursa, lojistik merkezi olarak hızla güçleniriz. Özellikle deniz yolunda daha fazla paya sahip olmalıyız. Dünya ticaretinin yüzde 80-85’i deniz yoluyla taşınıyor. Türkiye’nin deniz yolu odaklı lojistik imkanlarının ve altyapısının güçlendirilmesi gerekiyor. Bu işin sadece ekonomik değil, siyasi boyutu da var. Türkiye’nin bu yol üzerinde olmasını nasıl sağlayacağız? Yük boşaltma, indirme, ürün sevkiyatlarının yapılması, geminin dönmesi gibi süreçler gerçekten de uzun zaman alıyor. Oysa Türkiye, Çin arasında demir yolu ile yapılacak bir sevkiyat ortalama 10-12 günde gerçekleşiyor. Türkiye zaten demir yolu ve kara yolunun üzerinde… Bu süreci deniz yoluyla birleştirebilirsek Türkiye, Avrupa’ya kısmen ama Afrika’ya tamamen entegre olabilir. Özellikle Mersin ve Aliağa’dan Afrika ve Orta Doğu’ya ihracatta önemli bir konuma ulaşabiliriz. Deniz ve demir yolunu birleştirme konusunda alternatifler geliştirmeliyiz. Deniz yolu ile yapılan sevkiyatı, Türkiye’de boşaltıp Türkiye’den Avrupa’ya göndermek teknik olarak çok rasyonel olmayabilir. Ama Türkiye; Aliağa ya da Çandarlı’dan Balkanlara, Rusya’ya, Doğru Avrupa’ya ve Kuzey Afrika’ya aktarımda avantaj sağlayabilir. Mersin ve Aliağa’nın stratejik konumunun önemini efektif biçimde anlatabilirsek; bölgede önemli bir merkez olarak da öne çıkabiliriz.

Türk yatırımcılar, çin pazarı hakkında bilgi sahibi olmalı

Güney Kore ile sanayi içi ticaret anlamında farklı fırsatlara sahibiz. Güney Koreli şirketlere Türkiye’de daha fazla yatırım yapma imkanı sağlanırsa, sanayi içi ticaret sürecinde pozitif yol alınabilir. Çin, farklı yatırımcılara açık bir ülke. Ama Türk yatırımcısı; Asya’nın iş yapma biçimine, mevzuatına, yasal düzenlemelerine karşı biraz tedirgin davranıyor. 2 yıl önce Çin’e gittiğimde Pekin elçimiz, Çin’in daha çok ithalat yapmak için açtığı fuara çok fazla tanıtım yapıldığı halde çok az sayıda Türk şirketin katıldığını belirtmişti. Yani Türkiye’nin ihracat yapabileceği pek çok alan olsa da yatırımcılar, Çin pazarını tanımadıkları ve ne gibi sorunlarla karşılaşabileceklerini öngöremedikleri için çekimser kalıyorlar. Türk yatırımcıları; Asya ile iş birliği ve yatırımlar konusunda daha net bir şekilde bilgilendirilmeli. Avrupa, Türk yatırımcılar için ne tip sorunlarla karşılaşabileceklerini bildikleri bir pazar. Ama Çin daha merkeziyetçi, müdahaleleri olabilecek bir pazar.  Çünkü sistem farklı işliyor. Türk yatırımcılar Çin’deki fuarlara daha sık katılırsa veya orada yatırım yapabilme olasılıkları daha çok değerlendirilirse, ihracat olanakları da hızla artacaktır. Türkiye, özellikle perakende zincirleri açısından Asya’da daha aktif olabilmeli. Ürünlerimiz Asya’da satılabilmeli.

Avrupa, kendisine yakın bir tedarik merkezi arayışında

Yeniden Asya perspektifinden bakacak olursak; Asya ile Avrupa arasında bir köprü konumundayız ve bu gücü doğru kullanabilmeliyiz. Amerika-Çin arasındaki ticaret savaşı ve Covid-19 nedeniyle tedarik zincirlerinde bir değişim yaşanıyor. Yeni ticaret, tedarik ve lojistik merkezleri arayışı ve oluşumları hızla artıyor. Pandemi, müşterilerin satın alma davranışlarını da değiştirdi. Online alışveriş süreci tetiklenmiş durumda. Müşteriler, ürünlere en kısa zamanda ulaşmak istiyor. Çin’de üretilen bir ürünün, Avrupa’daki müşteriye ulaşması da zaman alıyor. Süreci denetlemek de zor. Bu kapsamda Türkiye’nin Çin’deki üretimin bir kısmını alabilmesi, yeni bir tedarik ve lojistik merkezi olarak öne çıkmamız, bizim için de önemli bir avantaj. Emek yoğun ürünlerde, Çin’e benzer ürünler üretiyoruz. Maliyet açısından da Çin’e yaklaşabiliriz. Bu noktada özel ve kamu iş birliği ve ortaklığıyla, Çin’deki tedarik üslerinin bir kısmının, Türkiye’ye gelmesi konusunda inovatif adımlar atılabilir. Bu, Türkiye için çok önemli bir fırsat. Çünkü Avrupa, kendisine yakın bir tedarik merkezi arayışı içerisinde. Çin’den gelen girdilerin; Türkiye’ye deniz, kara ve demir yolu ile ulaşması zaman içinde daha da kolaylaşacak. Ürünlerin Türkiye’de üretilip Avrupa’ya gönderilmesi tüm taraflara avantaj sağlayacak. Türkiye, daha çok Batı’dan doğrudan yatırım almayı hedefliyor. Ama bu dönemde Doğu’dan doğrudan yatırım çekmeye odaklanılmalı. Tedarik zincirleri değişeceği için yakın gelecekte Çin, dünyanın fabrikası konumunda olamayacak. Çin’deki tedarik üstlerinin bir kısmını Türkiye’ye kaydırabilme stratejileri geliştirilmeli. Türkiye’nin sanayi altyapısı da iş gücü de buna imkan veriyor.

Hindistan, Vietnam ve Endonezya’ya dikkat

Asya ile olan ihracat ilişkilerinde ve dış ticaret açığının kapatılmasında Türkiye, gıda ve tarımsal ürün gruplarıyla önemli bir rol üstlenebilir. İşlenmiş gıda hatta süreler kısaldıkça işlenmemiş gıda ihracatında önemli bir paya sahip olabiliriz. Türkiye, Avrupa’ya yaptığı beyaz eşya, otomobil ya da elektrik-elektronik cihazlardaki donanımını ve ihracat potansiyelini Asya’ya yönlendirebilir. Görece avantajlı olduğumuz otomotiv, elektrik-elektronik, tekstil, gıda gibi sektörlerde ve ürün gruplarıyla ihracat yapabiliriz. Özellikle Hindistan, en çok entegre olmamız gereken pazarlardan biri… Vietnam ve Endonezya da dikkat çekici pazarlar arasında yer alıyor. Bu stratejik noktalarda farklı iş birlikleri kurgulanmalı. Asya’daki ülkelere ihracatta, ürün bazında düşünebilmek ve iyi planlama yapabilmek şart. Örneğin; Japonya tarımsal gıda ihracatında önemli bir potansiyel taşıyor. 2020'deTürkiye-Japonya arasında yapılan Teknik İş Birliği anlaşması da önemli bir potansiyel vaat ediyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi artacak. Türkiye’de üretilen ürünlerin girdilerini Japonya’dan temin etmemizin, ihracat tarafına da olumlu yansımaları olacak.

Ürün sofistikasyonu açısından ilk 200’de yer alan ürün gruplarına yönelmeliyiz

Dünyada hızlı bir teknolojik dönüşüm yaşanıyor. ‘Brain devrimi’ olarak da tanımlanan bir süreçten bahsediyoruz. Brain’i oluşturan kavramlar ise bio technology (biyo teknolojiler), robotics (robotik)  ve artifical intelligence (yapay zeka) ve nano teknoloji… Türkiye; bu alanlarda girişimde bulunmalı ve iş modelleri geliştirebilmeli. Türkiye, ihracat atağını brain devrimine göre kurgulamalı. Birleşmiş Milletler’in ‘The Observatory of Economic Complexity’ adlı ürün sofistikasyonlarını yansıtan bir veri seti bulunuyor. Bu kapsamda 1300 kadar dış ticaret ürünü sofistikasyon sıralamasına tabi tutuluyor. Sıralamada 1300’e gittikçe sofistikasyon azalıyor, 1’e doğru gittikçe optik cihaz ya da lens gibi çok daha sofistike ve teknoloji odaklı ürünler dikkat çekiyor. Sıralamada 1000 ve sonrasında yer alan ürünler ise az sofistike ürünler. Türkiye’nin, dünyada en büyük 10 ihracatçı arasında olduğu ürünlerde ortalama sofistikasyonu ise 900’ler civarında. Ülke olarak ürün sofistikasyonu açısından ilk 200 ürün sıralamasında, dünyanın en büyük 10 ihracatçısı arasına girmemize yön verecek 5 ürün üretsek, atağa geçeriz. Türkiye ürün skalasını değiştirmek için kısa ve uzun vadeli. Otomobil ya da buzdolabı değil, bu ürünlerin aksamlarını üretebilmeliyiz.

Asyalı markalar, Türkiye’nin Avrupa’ya ne kadar entegre olduğunu görmek istiyor

Ne üretirsek üretelim; çok fazla ithal girdi kullanıyoruz. Burada Türkiye açısından enerji ithalatı dışında birçok ara malı var. Yeşil enerji son derece gündemde… Çin de bu yöne kayıyor. Başta enerji olmak üzere diğer hammaddeler açısından da ithalat girdilerinin azaltılmasında yeşil dönüşüme ayak uyduran bir Türkiye’ye ihtiyacımız var. Geleneksel ürünlerde zaten başarılıyız. İhracat hacmimizi tanıtım ve iş birliğiyle artırabiliriz. Ama esas odaklanmamız gereken kavramlar; az önce de bahsettiğim gibi menzil ve ürün skalası… Ürün skalasındaki yapıyı değiştirmeliyiz. Yeni dünya düzeninde ve Asya ile olan ilişkilerimizde Türkiye’ye yatırım çekmek ve bulunduğumuz bölgelerdeki ihracat kapasitesini artırmak için yeni iş birliklerine odaklanmalıyız. Asyalı yatırımcılar, Türkiye’ye yüksek teknolojili ürün üretmek için gelebilir. Örneğin; Huawei markası Türkiye’de önemli yatırımlara imza attı. Asyalı markaların Türkiye’deki iş gücü ya da işi teslim edecekleri teknik personel açısından kaygıları yok. Üretim merkezlerini Türkiye’ye taşıyabilirler. Çin ve diğer Asya ülkeleri; dışarıda yatırım yapmaya çok açık. Burada dikkat çeken en önemli unsur ise Türkiye’ye doğrudan yatırım yapacak olan Asyalı markaların, Avrupa’ya ürün satan bir merkez olmayı arzu etmeleri…

EN ÇOK OKUNANLAR